28 Ağustos 2011 Pazar

BAYRAM MI GELMİŞ?


Ahyed Hâlidî

İşte yine gelmiş o, her sene gelen bayram!
Dîni yasak olana, hürriyet tadmayana…
Cemaatsiz, münferid, tâkatsiz.. binbir âlâm!
Ne ümmet, ne imâmet.. puta tapan tapana…

Piç gürûh üretmek çün, (aslım) nikâhı yasak!
Bombardıman altında, bugün sahîh nesiller!
Arzı sarmış zelzele, hangi müşrikden kaçsak;
Cihân öksüz, sâhibsiz.. nerde (Osmanlı) erler?..

Neyime benim bayram?. Bana (hürriyet) lâzım!
Anadolu’m işgâlde.. kime lâzımsa bayram!
Yılın her günü mâtem, kesikken benim başım;
Her gün “bilmem ne günü!..” Her gün şirkin.. ve haram…

“İmam nikâhı!” deyib, aşağılar iç müşrik!
“Teaddüd-i zevcâta” hırlar aslını münkir!
“Şehid!” kim?. Başörtülü ana “mücrim!”.. yok kimlik!
Asit içiyor millet.. bu bayram mı?. Bu zehir…

Soyumun kıymetleri bir bir yakıldı kökden,
“Âile” telâkkîmi benzetdiler gâvura!
Vahye müstenidken o, şimdi tanınmaz kirden,
Ne seâdet, ne ocak.. vücûd şimdi kadavra…

Ne gören var işgâli, ne duyan şehidleri!
Dînimin-nâmûsumun gizleniyor kâtili!
Nerde milyar Mehmed’in can ve kan bedelleri?.
Bayram gelmiş öyle mi?. Köküm yerde serili…

Demek bayram yapıyor “vatan-millet!” her sene!
Demek gözler görmüyor, kulaklar da duymuyor!
Demek hakkı haykıran, kalmamış üç-beş çene!
Ukbâ’ya göçdü de hep, kalan kalem yazmıyor…

Bir savruldu ki millet, güz mevsiminden beter,
Bütün bağlar bozuldu; ne er, ne hâne kaldı!
Artık duyan hani kim, ne acı ne de keder?.
“Hilâlsiz alem” yerde.. âileden âr kalkdı…

Ne dîn, ne mezheb ne de tasavvuf beğenildi!
Münâfık yıkdı bozdu, mezhebsiz sıvadı kir!
Müctehid fi’d-dîne “put”, velîye “kâfir!” dedi;
İçden dışdan kaynadı, necdî müşrik ve münkir

Bizans’dan farksız ülke, meydânda heykel, putlar!
Bizans’dan derme tüccâr.. hırsızın ağı tezgâh!
Bizans’dan idhâl kızlar, her yerde üryân, oynar!
Bizans’dan taklîd bayram.. işgâldeyken kıblegâh

(Devlet-meydan) yasaklar, İslâm’ın tamâmını,
Ceddimin mîmârîsi hâric, Bizans.. ne varsa…
Şu milletde benzemek, bellerken encâmını,
Bizanslaşmak hortlar da, görülmez hiçbir tasa…

ó
Bayram var, zamânı yok! Ne rü’yet, ne de hilâl!
Frenk takvimi olmuş rasathânede tanrı!
Millet ezberci kuzu, aslâ duymuyor melâl;
“Kur’an emri!” diyerek göğe kalkmaz başları…



Ramazanda oruç ye, bayram günüyse niyet!
Dokuz Zilhicce’de kes, olsun kebaplık hayvan!
Böyle düzene lâ’net, koyun müslime hayret!
Ne bir Muharrem belli, ne de kandilde meydân!


Demek yine geldi o, yokken ona hakkımız;
Bindörtyüz onbeş kere, bu nasıl lûtufkârlık?
Küheylânla dört nala, o gelir, biz kaçarız;
Kucaklaşamıyoruz: Kol kırık, kanat kırık...

Satvetli devirlerden, nasıl da bir bir indik!
Bu nasıl mahvolmuşluk, nefes almak bile zor!
Nerde kaldı ki bayram, nerde kaldı ki şenlik!
Şu son asırla gelen, onbeş asrı yakan kor...

“İslâm” duyulmuyor hiç, dillerde “dembokrasi!”
Rabb olmuş bu, öyle ki, gece-gündüz zikirdir!
Resmen  tapınılmada, kalmadı Müslim cinsi;
“Topdan irtidâd!” diyen, Şeyhülislâm Sabridir…

Uçmaya sınır kellen, direnirsen ezbere!
Esâret, “bayram!” diye din biçilmiş millete!
Cedd yolları kesilmiş, çıkmaz bu yol rehbere,
Zehri altun kupalar, hâlâ taşır meyyite!.

Varsa bir bayramınız, demek (hürsünüz) dostlar!
Kendim bildim bileli, ben onlarsız yaşarım!
Çocukluğumda kaldı misk kokulu sabâhlar;
Şimdi zındandır mekân, yok bayram urbalarım...

Bayramlardan kalansa, vâciblerse tekbirler,
Bir de O’nun hasreti: Bastığı hâki hayâl!
“İmân öfkesi” yoldaş, ziyâretgâh kabirler;
Yandı zaman ve mekân, HAKK dışında can muhâl…

ó
óó

Zulmün zincirlerini kırmakdır bana bayram!
Şirk hortumları yerse kılıcımı, ne a’lâ...
Şu cendere dünyâda, yoksa yaşar mı adam?
İzzetle ölmek varken, yaşanmaz zillet aslâ!..


23 Ağustos 2011 Salı

ORUÇ VE İFTARLARI YEHÛDİYYET VE NASRÂNİYYET İLE “TELBÎS ETMEK” (BULAMAK) REZÂLETLERİ…


“Evvel yoğidi işbu rezâlet yeni çıkdı!”
Kilisede, havrada, papazlarla ve hahamlarla iftâr etmek… AKP, DİB, İlâhiyatçılar ve Okyanus Ötesi “Hoşgörü-Diyalog” misyonerleri ile (z)iyonistleri, ABD, AB, Vatikan, Fener ve Tel-Aviv orduları tam bir müttefik cebhe hâlinde İslâmiyet’i de (reformize) ederek beşer uydurmalarıyla dolu (Luter dinine) çevirmek içün her gün adım adım yol almaktadırlar!
“Hoşgörü-diyalog” din-i beşerîsi, Kur’ân-ı Hakîm ta’bîriyle öyle bir “telbis” fezâhati peşinde ki, “Haqq’ı bâtıl ile telbis!” yani Elmalılı Merhûm’un diliyle “haqqı bâtılla bulamak!” bu kadar olur!
Başvekîl Kasımpaşalı Âtıfetlû Receb Tayyib Paşa da, Ramazan sonlarına doğru haham-papaz mutfağında hazırlanmış nesnelerle bir “iftara!” katılacakmış!  
Hürriyet’in haberini okuyalım:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rum, Ermeni, Musevi, Süryani, Keldani, Ortodoks Bulgar, Ortodoks Gürcü ve Latin Katolik cemaat vakıflarından oluşan 162 vakfın ev sahipliğini yaptığı iftara katılacak.”
(Allâh Allah, kendi dinlerinde olmayıp mücerred İslâmiyyet’de olan bir ibâdet şekli içün bunca gayr-i müslim cemaatin el birliği ederek bu işde bir araya gelmesi, mercimek kadar aklı olanı düşündürür… 15 asırdır başda Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm olduğu halde yüzbinleri bulan nice İslâm ulemâsının yerine getirip muvaffâk olamadığı (!) böyle bir ittihâd ve ittifâkı, şu senelerde kuvveden fiile (!) çıkaran bu adamlardaki esrâr, cidden müthiş bir merak sebebi olmalı… Dünyâ çapındaki planlar, nelerin neler karşılığında satışa çıkarıldığı, “yeni dünyâ düzeni!” diye “Türkçe Olimpiyatlarında” 130 memleket çocuğunun haftalarca bağırtıldığı da nazara alınırsa, dünyâ insî şeytanları artık topla tüfenkle memleketleri zaptetmeyi değil, iftarlardaki “boğaz harbleri ve işkembe tarrakalarıyla” milletleri dize getirmenin peşinde görünüyor…)
Haber devam ediyor:
“-Cumhuriyet tarihinde ilk olma niteliği taşıyan buluşma, 28 Ağustos'taİstanbul Arkeoloji Müzesi bahçesinde gerçekleşecek. Bu buluşmayla ilgili süreç, azınlık vakıflarının Vakıflar Meclisi'ndeki temsilcisi Laki Vingas'ın mektubuyla başladı. Vinkas, temmuz ayında Başbakan Erdoğan'ı mektupla iftara davet etti. Erdoğan davet üzerine kurmaylarına, “Bu iftara katılacağım. Gerekli planlamayı yapın” direktifi verdi.
Katılım kararı üzerine çalışmalarını hızlandıran azınlık vakıfları, iftarda temsilcileri aracılığıyla, yeni anayasa sürecindeki beklentilerini de Başbakan Erdoğan'a iletme şansı bulacak. Azınlık temsilcileri, vatandaşlık tanımının yeni anayasada azınlıkları da kapsayacak şekilde yeniden ele alınmasını isteyecek, “Anayasa'da kendimizi de görmek istiyoruz” mesajı verecek. Laki Vingas, “Geçen yıl Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç'ın katılımıyla bir iftar gerçekleştirmiştik. Bu yıl Sayın Başbakan da katılıyor. Sayın Başbakan bizi çok mutlu etti, onurlandırdı. Bu iftar bir ilk olacak dedi.”
Adamlar “anayasalarında!” kendilerini de görmek istiyorlarmış! Zaten şimdiye kadar yapılan “anayasalarının” hiç birinde millet kendini göremedi ki! Hep yüzde bir-ikilik kriptolar ve gayr-i müslimler kendilerini gördü…
Türkçesiyle bu iftarlar öylesine istismar edilir hâle geldi ve aslî berraklığından da öylesine çıkarıldı ki, midelerimiz bulanmakdadır; ve böylesine idâreciler elinde Allâh’ın Dîni daha ne hallere sokularak bilinmez vaz’iyyete sürüklenecekdir  diye de nefret ve reddimizi nasıl dile getireceğiz bilemez olduk!
Kirli, pis ve müşrik politika, “laiklik” şirkiyle 74 senedir kendisine bağladığı Mukaddes ve Muazzez dînimizi yehudi tahrifçiliğine denk bir haltedişle istediği kılık ve kalıba sokmakda zerre kadar Allâh korkusu, utanmak ve insaf taşımaz olmuşdur…
İslâm (Şeriat) hukûkunda oruç, zarârât-ı dîniyyeden bir emir ve imsâk ile iftâr arasında Allâh adına ve mücerred O’nun rızâsı içün tutulan en ana 5 ibâdetden biri…
1. veya 5. Ana ibâdetin (CİHÂD) olduğunu zaten binbir tahrif, külleme, sevgi, saygı, sulh (barış), hoşgörü-diyalog sihirbazlıkları ile ortadan kaldırdılar!
Orucu da papaz ve haham mutfağına ta’zimler sunarak ve Allâh Azze’nin “Allâh’a iftira etdikleri içün Allâh düşmanı ilân ederek lânetlediği ve mü’minlere düşmanlıklarını müşriklerden evvel Kur’an’da zikretdiği” adamlara ta’zîm ederek ve böylece Allâh’a meydan okuyarak tayyetdin mi; ve bunun bitirilişine de böylece bir cilâ çekdin mi, “5 yıldızlı diyalog ve (z)iyonist siyâmını!” yakaladın demekdir!…
Zekât zaten Şeriat’ımızın istediği şekilde ve muayyen ve tâdâd edilen yerlerine değil, müessise “kurum” denen baca kurumlarına aktarılmakda; ve  zekâtlar, bu kabil yerler tarafından yıllardır gasbedilelerek çokdaaan buharlaşdırılmış bulunmaktadır!
Namazlarsa, en evvel icâbına bakılan Şerîat emri ana ibâdetlerden bir diğeri… O, ta’dîl-i erkân ve hulûs yerine ikâme edilen akrobatik hareketlerle laik ve dembokrat devlet me’mûru ve hizmetlilerinin (din adamlarının-ruhbân sınıfının) kumandasında olarak hanidir hatm-i enfâs eyleyeli…
Hacc mı? O zaten turistik ve ticârî gezintilerin vehhâbî kuyruğuna bağlanarak mekanikleşmesi ve gökdelenlerdeki otel motel çatılarından (Beytullâh’a) kuşbakışı meydan okuma panayırları!
Orucu, bu oruçla ve onun bağlandığı mutlak din İslâmiyyet’le alâkası olmayan, bundan da beter, bu dinin SON ve EN BÜYÜK peygamberini, PEYGAMBARLER PEYGAMBERİNİ (hâşâ ve kellâ) “yalancı ve sahtekâr!” tanıma ana îmânına sahib adamların arasında zerre kadar din hassâsiyeti taşımadan edâ numaralarına girişmek, yer altındakiler de hesâba katılınca milyarlarca müslümana hakâret ve onları küçümsemekdir; ve onları zerre kadar umursamamak ve dinlerine de asla hürmet etmemekdir… Sarık cübbesi de olsa, “âyînesi işdir kişinin”, atıp tutmasına, sıkıp gürlemesine, Cuma kılmasına, karısını sıkma baş eylemesine bakılmaz! Îmân-ı ŞER’ÎSİNE, evet, evvelâ ve herşeyden evvel ALLÂH’ın Kelâm-ı Kadîm’indeki hüküm ve haberlerin tamâmına kayıtsız şartsız ve lâ şekk velâ şübhe tasdîk ve tahsînine bakılır…
Kelâm-ı Kadîm’in, Allâh ve Rasûlü’ne (iftira) atdıklarını 15 asırdır bütün Kâinâta haykırdığı, bunun içün de “kâfir” olduklarını, lâ’netlendiklerini, ebediyyen cehennem malzemesi kalacaklarını nice âyetleri ile beyân buyurduğu bu adamlara  bu denli yakınlık ve yalakalık; ve onlarda fânî olmak derekesinde bu dereke yardaklık içine girmek, tarihde ilk defa görülen fevkalâde bir iflâs ve ebedî bir suç teşkîl edecekdir…
Re’yini aldığı milyonların dînine, inanmasa da bir politikacının saygılı olması, olamıyacaksa en azından (hakâret etmemesi), en asgârî bir insanlık ve edeb mes’elesidir. Oruç tutan insanlar arasında güpegündüz sokak meydan birşeyler yemek o insanların dinine nasıl bir hakaret ve saygısızlık ise; yine o insanların dinine bakışları ma’lum bulunan; ve bunu da 15 asırdır akıtdıkları kanlarla ve katletdikleri bedenlerle isbatlayan; ve müslümanlara aslâ dost olamayacakları ALLÂH’IN KİTABIYLA APAÇIK MEYDANDA BULUNAN; ve iman ve şahsiyet yapıları KİTABLARA GEÇEREK APAÇIK GÖZ ÖNÜNDE VE ORTADA DURAN BU ADAMLARIN arasında oruç ibâdetini edâ ediyor görünmek de aynı şeydir… Hatta bin kere daha vahim bir manzara…
O adamların, inanmadıkları ve üstelik düşmanı oldukları bir dinin, inanmadıkları bir ibâdeti olan orucunu, inanmadıkları bir zaman ve inanmadıkları bir mekân içinde, yine o adamların sahte ve “sanal” hesablarına malzeme yapan politikacılar, bu derece ağır bir İslâmiyyet istismârına cür’et etmekle, oy’unu (re’yini)  aldıkları kalabalıklara karşı büyük bir cinâyet işlemektedirler…
 Gayr-i müslim vatandaşlarının davetine, yemeğine, bilmem nesine icâbet ayrıdır; ve fakat, mücerred İslâmiyyet’e âid ibâdeti, bunların münkiri olanlarla müşterek bir zemin ve zaman içine sürükleyerek yapıyor görünmeye kıyâm etmek çok farklıdır… Bu basit bir yemek ritüelinden ibaret, sıradan ve basit bir keyfiyet olamaz. İnsanlık kadar eski mukaddes kıymetler (değerler) manzûmesinin, babadan miras kalmışcasına mıncıklanışı ve harcanışı, mutlak sûretde (gadab-ı ilâhîyi) celbedecekdir…
Piyasada, herkesin adını bildiği bir takım şarlatan ve yalamaların değil de, Osmanlı Ruhunda yetişmiş Şeriat Mütehassısı Büyük zevât-ı Kirâmın satırlarına müracaat edersek, keyfiyet çok daha çarpıcı ve dehşet verici olduğu halde şöyledir:

1)             Büyük Mürşid Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Rahmetullâhi Aleyh Hazretlerinden:

“-Kâfire ta’zîm ederek hürmet göstermek veya zımmîyi ta’zîm ile selâmlamak veya bir mecûsîye ta’zîm ile “Yâ üstâd!” demek küfürdür…” (Câmiul Mütûn, 1988, s:126)

2)             “-Bir kimse kiliseye veya buna benzer ibâdet yerlerine ruhban ve papazları ziyaret etmek içün veyahut teberrüken girerse, veya onlara has bir işi yaparsa,…..kâfir olur.” (A.g.e. s: 145)

3)             “-Ben kiliseyi, mescidi, papazı ve imamı sever ve i’tikâd ederim diyen kimse kâfir olur. Bir kimse kâfir dostuna daha fazla yaklaşmak içün, sen dinini muhafaza et, ben de edeyim, yahut, senin dinin de haqq, benim dinim de haqq, hepsi Allâh’ın dini, hepsi iyidir derse kâfir olur.” (A.g.e. s: 143)

4)             Büyük Dâhî ve Müfessir Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Merhûm’dan:

Kasas Sûresinden âyet meâli:
“-..sakın kâfirlere zâhir olma, cemiyetlerine katılıp küfürlerine kuvvet vermekden korun ve sakın o kâfirler seni Allâh’ın âyâtından çevirmesinler.” (1936 tab’ı, c:5, s: 3759)

5)             Elmalılı Merhûm Mâide 51. Âyeti şöyle tefsîr eder:
“-Yehûd ve Nasârâyı evliyâ ittihaz etmeyiniz.” – Onlara velî olmayınız değil, onları velî tutmayınız. İtimad edip de  yâr tanımayınız, YARDAKLIK etmeyiniz. Velâyetlerine, hükümlerine, muâvenetlerine mürâcaat etmek, evliyâ-yı umûr yapmak şöyle dursun, onlara hakîkî bir ahbab gibi kemâl-i safvetle itimad edip de kendinizi kaptırmayınız. Velhâsıl onları yâr olur zannedip de yârânınız gibi sıkı fıkı muâşeretlerine dalmayınız. TUZAKLARINA düşmeyiniz, hevâlarına iştirâk etmeyiniz……. Ne yehûd kendilerinden olmayana yâr olur, ne de nasârâ.. Bunların dostlukları kendilerine münhasırdır. Bu da hepsi arasında değil, ba’zısı beynindedir. (Âyet meâli: Ve siz mü’minlerden her kim onları YÂR TANIR,  veli tutarsa, şübhe yok ki o da onlardandır.) Onlara temessül etmiş, onların huyunu kapmışdır. O ARTIK HAKK’A DEĞİL, ONLARA VE HEVÂSINA HİZMET EDER. NETÎCE İTİBARIYLA ONLARDAN SAYILIR. ÂHIRETDE ONLARLA BERABER HAŞROLUNUR….. BİNÂENALEYH YEHÛD VE NASÂRÂYI (hıristiyanları) VELÎ İTTİHAZ EDENLER DE ONLARDAN OLUR, BAŞLARINI KURTARAMAZLAR…… Yehûd ve nasârâ içinde onların müvâlât ve muâvenetleri bâbında hızla koşuşurlar. (Âyet meâli: Korkarız ki devir aleyhimize döner, başımıza bir musîbet erer, derler…” (A.g.e. c: 3, s: 1711-1712)

6)             Müteâkıb âyetlerin tefsirinde de şunlar yazılmış:
“-İşte yehûd ve nasârâyı evliyâ (dost) ittihaz etmek, böyle NİFAK gibi bir maraz-ı kalbîden neş’et eder ve İRTİDÂDA DÂÎ (sebeb) olur. Bunun da âkıbeti habt-ı amel ile hüsrân-ı küllîden başka bir şey olamaz. Çünki irtidâdın cezâsı budur….. Bu âyet,……doğrudan doğruya umum mü’minlere alelıtlak (ekseriya) irtidâdın bir hükmünü tefhim içün nâzil olmuşdur. Müfessirîn burada, bu âyetin ihbârına müntabık olmak üzere bilahare muhtelif zamanlarda vukua gelen 11 irtidâd vak’asından bahs etmişlerdir ki, 3’ü Rasûlullâh’ın irtihâlinden evvel vâkı’ olmuşdur.(A.g.e., s: 1714-15)

7)             Mâide sûresinin diğer âyetleri hakkında da Merhum şöyle buyurur:
“-…Ey Ehl-i Kitâb! Sizin bizden hoşlanmamanız, bizi ta’yîb etmeniz (ayıplamanız), dinimizi beğenmemeniz hiç başka bir şeyden değil, ancak 2 sebebden dolayıdır.
1)      Bizim Allâh’a ve Allâh tarafından bize, bizim Peygamberimiz Mu….d Mustafa’ya erdirilen şir’a ve minhâce (şeriata), Kitab ve Sünnete ve bundan evvel geçen Peygamberlere inzal edilmiş olan kitablara ve bu meyanda Tevrat ve İncil’e de îmân etmemiz;
2)      Diğeri de, sizin ekserinizin fâsık olmasıdır.
İşte bizi beğenmemenize ve bize kızmanıza bu iki şeyden başka sebeb yokdur…… Şu halde sizin bizden hoşlanmamanızın yegâne sebebi fıskınız ve vicdansızlığınızdır. Filvâki dar kafalılar yüksek kafalıları, vicdansızlar vicdanlıları, fâsıklar sulehâyı sevmezler ve onları iz’âc etmek içün ellerinden geleni yaparlar. Ellerinden gelse bir yudum suda boğmak isterler. Ekâbirin kıymeti de bunlara tehammül etmek ve mücâhede eylemekdir. Demek oluyor ki bu âyet, ehl-i kitâba cevâb verirken evvel emirde müslümanlara bir DERSDİR. ÇÜNKİ MÜSLÜMANLAR AN CEMÂATİN BU CEVABI VEREBİLMEK İÇÜN BU GENİŞ VE KUVVETLİ ÎMÎNA SÂHİB OLMAK VE EKSERİYET FÂSIK OLMAMAK LÂZIM GELİR.
YOKSA YEHÛD VE NASÂRÂNIN FISKINA İŞTİRÂK EDİB DE ONLARA KENDİNİ BEĞENDİRMEYE ÇALIŞMAK VEYA ONLARA GALEBE ÜMİDİ BESLEMEK, HEM HAKKA İFTİRA, HEM DE KENDİNİ TERZÎL (REZÎL) ETMEKDİR.” (A.g e. S: 1723-24)

8)             Elmalılı Merhûm, Nisâ Sûresindeki bazı âyetler içün de şöyle yazıyor:
“- (Meâl-i Şerîf: “Ey mü’minler siz, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost ittihâz  etmeyiniz. Münâfık olduğunuza dâir Allâh içün aleyhinize açık ve müdâfaası gayr-i kâbil bir hüccet ve bürhan vermenizi ister misiniz? Elbetde istemezsiniz değil mi? Halbuki mü’minleri bırakıp kâfirlerle muvâlât etmek, münâfıklığın açık bir bürhânıdır.”
 (Âyet meâli: “Münâfıklar hiç şübhe yok ateşin en alt tabakasındadırlar.” Bunlar kâfirlerin en habîsi ve en sefili olduklarından yerleri de cehennemin dibidir.” (A.g.e. c: 3, s: 1503)

9)             Gene Elmalılı Merhûm’dan:
“- Şu halde zâhiren müslüman görünüp bâtınen küfr ü nifak taşımak, dini, makâsıd-ı hasîseye âlet yapmak, dini oyuncak ve eğlence yerine koymakdır; ve bununla evvelâ ızhâr-ı İslâm ederek müslümanlara içlerinden fesad saçmak isteyen (dönme kâfirlere) nazar-ı dikkat celbedilmişdir.” (A.g.e. c: 3, s: 1722)

Merhûm Müfessirimizden devâm edelim:
10)         “- Fakat müşrikler ve kâfirler gibi kuvvetini haqqdan değil, bâtıldan almak ve yalınız kendi arzularına kuvvet vermek emelinde bulunanlar, yapacakları işlerde ya hiç kimseden istiftâya  (fetvâ almaya) tenezzül etmezler veya müftîlerini âcizlerden, müdâhinlerden (dalkavuk- yardakçı-yalakalardan) ve mâcinlerden (hîle öğretenlerden) intihâb ederler. Bunlar da (bu müftîler de) ya hükm-i haqqı bilmezler veya bilseler bile müsteftînin (fetvâ isteyenin) arzu-i nefsine hizmet içün asılsız veya zâif zaif fetvâlar verirler ve binnetîce bundan salâh yerine fesad ve kuvvet yerine za’f hâsıl olur.” (A.g.e, c.3, s:1484)

Müslümanların gayr-i müslimlere ve münâfıklara bakışı, dinde söz sâhibi olan icâzetli yani hakîkî ulemânın ve muteber müfessirlerimizin tefsir satırları ile sâbit olduğu şekliyle apaçık yukarıdaki gibidir. Globalizmin anaforuna kapılarak bu adamlara Allâh’ın yegâne dînini (nizâmını) peşkeş çekmek isteyenler, erinde sonunda hem de onların ökçesi altında kalıp ezileceklerdir…
İnsanlık târihi, bu fezâhati işleyenlere Mevlâ’nın ne cezâlar verdiğini kütübhâneler dolusu kitablarıyla apaçık ortaya koymuşdur.
Hangi laik ve dembokrat politikacı sihirbaz, gayr-i müslim vatandaşları ile ne derece can ciğer kuzu sarması olacaksa olur, müslümanlar bunların topundan da berîdir. Bizim, onların bu hallerine veya beraberce yiyip içmelerine karışacak bir vaz’iyyetimiz de olamaz. Kim kimin mutfağından haram helâl demeden neyi ne kadar, hangi hayvanın etini budunu dişleyecekse dişler ve yer! Hem de aksırıncaya tıksırıncaya kadar…
Ancak müslüman görünerek, müslümanlığın yukarıdaki temel esaslarını, mübârek ve mukaddes iftarları kullanarak Şeriat-ı Mutahharanın hakîr gördüğü adamlara (yalakalık uğruna) bozmak, tahrîf etmek ve mukaddesleri onlara peşkeş çekmek, her müslümanı alâkadâr eder; ve hatta bu kabil abuk sabuk, indî ve keyfî sakatlıkları şiddetle kınar (tel’în eder), gerekirse içi yanarak Rabbine havâle ile, duâsını nasıl yapacağını da bilir… Zâlimlere nasıl duâ edileceği de, yine Kur’ân âyetlerine dayanarak Merhum Elmalılı tarafından apaçık belirtilmektedir.
(Lâ yuhibbullâhül cehra bis’ sûi minel kavli illâ men zulim…. âyetinin tefsîrine bakınız!)
Global merkezlerin kuyruğuna takılarak, bir nevi onların parmaklarında oynamaya başlayanlar, asrın “hoşgörü-diyalog” azîm fitnesini artık hudud tanımaz derekelere taşırlarsa; ve bunu yaparlarken de milletin dînî değerlerini (kıymetlerini) hiçe sayarak bunları sulandırmaya kıyâm ederlerse; ve böylelikle de Allâh indindeki yegâne HAKK dîni politikalarına ve hasis emellerine âlet edip istismâra yeltenirlerse; ve binnetîce cür’etlerini o Mukaddes ve Muazzez Dine en sunturlu hakâretlere kadar vardırırlarsa, encamlarının ne olacağını, gene Kur’ân-ı Hakîm haber vermektedir ki, nasibse onları da bahse mevzû’ ederiz…