22 Temmuz 2011 Cuma

(3) ABD GÜDÜMLÜ OKYANUS ÖTESİ MERKEZ, “TÜRKÇE OLİMPİYATLARI” MASKESİYLE, 130 MEMLEKETE SIZARAK VE 1000 ÇOCUĞU VARYETE ARTİSTLERİ HÂLİNE GETİREREK, ONLARI, PATRONUNUN “YENİ DÜNYÂ DÜZENİ” İÇÜN “YENİ BİR DÜNYÂ KURACAĞIZ!” DİYE BAĞIRTIYOR!

14) Şimdi ise abuk sabukluğun, yükseklerden sıkmanın, ilmîlikle zerre kadar alâkalı olamayışın ve nihâyet Kâinatın Fahri Aleyhisselam Hazretlerine dil uzatışın ve O’nu (hâşâ ve kellâ) zavallı yerine koyuşun Kâinâtı kusturacağı simsiyah noktadayız, buyrun:
“- Allâh Rasulünün evlilikleri bir çiledir ve ona hasdır. Allâh Rasûlü’nün birden fazla evliliği 55 yaşından sonra başlıyor. Çok yıpranmış bir insanın bu dönemden sonra öyle bir arzusunun bulunduğunu söylemek tarihi gerçeklere tersdir…… BU EVLİLİKLER, EFENDİMİZ  (S.A.V.)’İN SIRTINDA KAMBUR GİBİ BİR ŞEYDİR.” (Nevval Sevindi, F. Gülen ile Global Hoşgörü ve New York Sohbeti, 2002, s.149)

Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm Hazretlerinin bu şekilde, âciz, zavallı, “evlilikleri çile olan”, “yıpranmış” ve “kamburlu!” gösterilmesinden hiçbir zerrât râzı olamaz ve mürtekîbini sâdece tel’în eder; ve fakat bundan memnun olacaklar ise, sâdece ve yalınız, Allâh Sevgilisine hâşâ, 15 asırdır “Yalancı ve sahte peygamber iftirâsını!” atmakda zerre kadar hayâ ve iffet sancısı duyamayan, papalık misyonunun kardinalleri ve siyon dünyâsının iblisleri olabilir… İslamiyyet’e ve O’nun Son ve Peygamberler Peygamberi ve Allâh Sevgilisi Rasûlüne böylesine alenen ve dünyânın gözü önünde Salman Rüşti gibi dil uzatan bir adamın, bu mukaddeslerimize zerre kadar saygısından bahsedilemez; ve bunları islâmî îmânla kâbil-i te’lif addetmeye de aslâ imkân olamaz…
Her ne söylerse “vahiy” olduğu ve her ne yaparsa yine vahyin murâkabesinde yapdığı Kur’anla sâbit Peygamberler Peygamberine böylesine âdi kelimeler, yakıştırmalar, benzetmeler ve ifâdelerle hücum edip çekiştirmek, gıybet, tahtıe ve levmetmek, gadab-ı ilâhîyi celbeden nâmütenâhî müthiş bir cür’et ve cürümdür ki, mürtekiblerinin encâmı mutlaka en elîm ve korkunç hüsrandır…

15) Ve sağ gösterip arkasından sol vurmanın karekteristik ifâdesi ise şu satırlarda:
“- Kur’an, “Aralarında adâletle muamele yapamamakdan korkarsanız, bir tane yeter. Adâlet için bu daha uygundur.” diyor. Dolayısıyla, birden fazla evlilik sünnet değildir, ibâdet hiç değildir. Kimse zaaflarına dînî bir kisve giydirip, sonra bunu bir sevap gibi sunmamalıdır. Bu dînin istismârıdır. Meselenin bir yanı bu.”
Temelde, zarûrât-ı dîniyyeden olduğunu Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri gibi bütün Osmanlı ulemâsının ve geriye doğru 15 asır müctehid ve fukahâsının ittifakla tasdîk ve tahsîn buyurduğu, Kur’anın bu teaddüd-i zevcât hükmü beğenilmiyor ve bu, hiçbir saygı kırıntısı bile taşımadan ademe hatta butlâna mahkûm edilmek isteniyor! Fakat bunu mertçe söylemek yerine, bu, umûmen sanki kabul edilmiş gibi gösterilerek göz külleniyor ve bir u dönüşüyle dâimâ ters istikâmete giriliyor!. Ve bu, dünyadaki belli merkezlere hoş görünmek ve onların maccânî ve gönüllü bir sözcüsü olmak uğruna, bir taktik olarak bütün kitablarına, konuşmalarına ve icraatlarına aksediyor…
Kabul etmiş gibi görünerek redd!
Asrın câhiliyyesinin ise, bütün bunları farkedip yakalaması mümkin olmadığından; ve bu da bilindiğindendir ki, son derece fütursuz ve pervâsız olarak, her şey alâmeleinnâs ve keyfe göre yazılıp çizilebilmektedir!
“Hikmet ve kerâmet buyurdunuz efendimiz Hazretleri!” diyenlerin sırt ve omuzlarında öyle bir oturuş ve altına da, bununla mütenâsib öylesine bir makâm-ı muallâ tahtı sürülüşdür ki, böyle bir adamı papalar gibi allâme-i cihân, lâ yuhtî ve lâ yüs’el görmemek mümkin olsun!
Hele elinde, dünya çapında pay edilen bir pastanın, güdümlü hisse dağıtıcılığı da varsa!
Bu 15. Maddenin hamuru da, daha çok su götürür!

16) Nevval Sevindi’si soruyor:
“- Demokrasiye inanan bir İslâm ülkesi olarak Türkiye, İslâm’la demokrasiyi bağdaştıran tek sentez olacak mı bölgede?”
Okyanus Ötesi Bâb-ı Meşihad’dan fetvâ aynen şu:
“- Meselâ ben öyle bir demokrasi arzularım ki, dünyadaki belli düşünce şekil ve değişimlerini kucaklamanın, korumanın yanı başında, benim kabir sonrası hayatımla ilgili problemlerimi de çözsün isterim. Onları da müsâmaha ile kucaklasın. (Global Hoşgörü, Nevval S. 2002, s:136)

(Bizden: Öyle ya, artık İslâm Dîni kabir sonrasını halletmek hususunda kâfî gelmiyor ve kesmiyor! Binbir çeşit dembokrasinin bir çeşidi de bu! Kabir ötesini halleden dembokrasi! Üstelik içinde “dünyadaki belli düşünce şekil ve değişimlerini kucaklayacak ve koruyacak da!” Bu çeşit dembokrasi, binbir çeşit içinde de, binbir çeşit olacak yani! Bir de müsamahalı olacak, İslâm gibi köşeli, kesin, net, kânun ve kâideleri olmayan, bir de, cehennemi cayır cayır yakmayan ve fakat ateşi, 30-35 derecelerde hafif terleten, zaman zaman gâyet hoş, sünbülî ve ılımlı cinsden!
İslam, kabir sonrası problemleri çözecek kadar bile bir işe yaramıyor! Amma dembokrasi ise, “dünyadaki belli düşünce şekil ve değişimlerini kucaklayacak ve üstelik onları koruyacak” kadar bir kıymeti hâiz olmalı ve üstelik kabir sonrasının problemlerini de çözmeli ki, İslâm’a hiç ihtiyaç kalmasın! İşte dembokrasi ilerde bu mükemmeliyyet kâbiliyyetini içinde taşıdığından, o, İslâm’ın aşırılıklarından da münezzeh bir sistemdir; (hâşâ) ve bunun içün İslâm’dan geri dönülebilir, Lâkin “dembokrasiden aslâ geriye dönülemez!”

17) İşte bunun da isbat sadedindeki fetvâsı şöyle devâm eder:
Demokrasi geriye dönülemez bir süreçdir. Demokrasinin gelişimi olgunlaşması, Darwin’in evrim teorisi ne kadar doğru bilemiyeceğim ama, ruhda, insanların düşüncelerinde evrim yaşandığına şübhe yok.” (Global Hoşgörü, Nevval S. 2002, s:136)

Okyanus Ötesi, “Darwin teorisi” denen İngiliz yahudisinin bu rezil fitnesinin, “ne kadar doğru olduğunu da bilemiyormuş!”
Üniversitede “Evolüsyon” dersi okumuş birisi olarak yüksek ve kutsal nazarlara arzedelim:
Bu dersi okutan hocalardan hayvan evolüsyonunu okutan Prof. Atıf Şengün “en ileri canlı insandır!” derken, 1963 yılında İ.Ü.Fen Fak’de nebat evolüsyonunu okutan Doç.Metin Bora ise “en ileri ve mükemmel canlı amip!” denilen mikroskopik mikroorganizma demiş; ve sınıf altına kaçırırcasına gülünce de, adam fena morarmış ve eli ayağına dolaşmışdı! Çünki bütün hayâtî fonksiyonlar o bir tek hücre içinde cereyân edermiş, bu da onun en ileri ve mükemmel uzviyet (organizma) olduğunun isbâtı imiş!!!
Yahudi Darwin teorisinin “ne kadar doğru olduğunu bilemeyen!” hümanist filozoflar, kendilerinin de ikrar etdiği gibi bunun bir teori (nazariye) olduğunu iyi bellemeli, ve bu nazariye isbat edilemediği müddetçe de bir halta yaramayan kafa kusmuğu olduğunu unutmamalıdırlar!
Farz-ı muhâl, isbât edilseydi, pozitivizt ve ateist dembokrasi şöyle nâra atacakdı:
“-Newton kânunu gibi kânun bulduk ve Âdem ilk insan diyen Allâh’ın inzâl buyurduğu bütün kütüb-i ilâhiyyenin hiçbir hükmü kalmamış, topu da iflâs etmişdir!” (hâşâ)…
Böylece dembokrasi dünyası, ateist darwinizmanın heykelini diker ve o heykel etrafında da çelenk çomak göbek atardı!
Darwin’i bile kırmamak adına ve “hoşgörü cihâdı!” gibi büyük ve mukaddes bir cihâd aşkına o İngiliz yahudisinin fitnesini reddedemeyip “Darwin’in nazariyesi ne kadar doğru bilemiyeceğim!” diyenlerin, demek ki Darwin teorilerini bile korumaya alan uyduruk “yeni hoşgörü-diyalog teorileri!” de bu!
Büyük Müfessir Elmalılı Merhûm, bu kabil “kânûn” diye dillerde dolaşan müsbet ilim tesbitlerine “insanın keşfetdiği, farketdiği ve formülünü yakaladığı Allâh kânunları” buyurur… Bu fizikçi, biyolog ve kimyacılar, mûcid değil, sâdece kâşifdirler, keşfederler. Mu’cid yani Yaradan, mutlak olarak Allâh Azze ve Celle… Müsbet ilim dedikleri şeylerin tamâmındaki “kânûn” denilen ve tabiata isnâd edilen nizamlar, “Kevnî Şerîat Kânunlarıdır!”
Bu kevnî Şerîat kânunlarına batı materyalizması, “fizik, kimyâ, biyoloji kânunları!” der; ve onlara determinizm küfür ve fitnesi adına da âdetâ tapar!. Bu meyanda “Darwin (nazariyesi) teorisi” denen nesneyi de, bir biyoloji “kânûnu” ambalajı ile İslâm coğrafyasındaki cühelâya yuttururlar! Tabi onların câhiliyyesi, başka bir ifâde kullanmamaya bilhassa dikkat eder!…
Darwin denen yahudinin iğrenç fitnesi, Kur’ân-ı Azîmüşşân tarafından kat’iyyen beyân edilen hakîkatler karşısında, mutlak küfr ü şirk ve bâtıldır. Çünki ilk insan Âdem Aleyhisselâm’dır; ve buna îmân zarûrât-ı dîniyyedendir. Bunu inkâr eden değil, bunda şek ve şübhe eden dahî, İslâmiyyet’in, kendi içine aslâ kabûl edemiyeceği bir münkir demekdir. Zarûrât-ı Dîniyye, İslâmiyyet gibi Mutlak Dînin, Kitâb, Mütevâtir Sünnet ve Mütevâtir İcmâ’ ile sâbit, olmazsa olmazları demekdir. O’nun, lâzım-ı gayr-i müfârıkı demek…
ABD’den güdümlü zamâne filozofları “Darwin teorisinin,” nazariyeden, hem de mutlak dalâlet ve şirkden ibâret keyfiyetinden ve “kânûn” nâmı kazanamamasından ne kadar rahatsız da olsalar ve buna esef de etseler, bu fitne, nice insanların âhırete îmânsız gitmelerinden başka bir halta yaramayacakdır…
Okyanus Ötesi Fetvâ Dâire-i Rûhâniyyesi ise müsterih olsunlar, “Darwin teorisi ne kadar doğru bilemiyeceğim!” deyû ıstırab çekmelerine hiç de lüzum yokdur! Bu ütopi farz-ı muhal isbât edilirse (!) bizim hemen haberimiz olur; ve biz, yüksek makâm-ı muallâya, der’akab arz-ı ma’lûmât ederiz efendim!
(Mâba’di var)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder