30 Mart 2011 Çarşamba

CİHAD FARÎZA VE İBÂDETİNİ ALLÂH VE RASÛLÜ TARİF ETDİKDEN SONRA, DEMOKRATİK LAİK SİSTEM POLİTİKACILARINDAN NE TARİF, VE NE DE MÜCÂHİD BEKLENİR…



 Müslümanlık iddiasında bulunanların kafaları, (cihâd) mevzuunda yalınız bugün değil, bilhassa 23.Temmuz.1909 ittihad terakkî (İT) ihtilâlinden beri çok karışık ve hatta şirk ü küfür ile dopdolu… Ancak, bunun (îmâna) taallûk eden vechesi üzerinde, hocalar değil de, bel’am nifakı ve ezikliği taşıyan (hoca) geçinenler, lâyıkı vechile durmak cesâretinden mahrûm bulunuyorlar… Hele ikinci Cihan Harbi sonrasında Yalta denilen yerde dünyâ harâmîlerinin aldığı kararlar icâbı, yahudi güdümlü ABD dayatmalarından sonra “yeni dünyâ dîni!” hâline getirilen (dembokrasi), bütün arzda, “görülen lüzûma binâen” kazzık gibi ve haçlı emperyalizmasını yerleştirme usûlü olarak dayatılmışdır… Ve dünya, ABD işgâlindeki Alamanya’sı ve 1946 daki T.C. gibi etek öpüp eğilen yerleriyle ve birer emirle ve bir günde, bu dîni benimser hâle getirilmiş; ve yahudi güdümlü ABD’nin bu yeni dünyâ dînini, dillerine, “demokrasi” zikri olarak nakşetmişlerdir!.
 Öyle ki, son yarım asır içinde peydahlanan nevzuhur ve nice “mücâhid!” madalyasına meccânen nâil kılınan parti lider veya başları, hem “dembokrasi!” zikrine devam etmişler; ve hem de “Kitab ve Sünnet’deki” insanlık târihi kadar eski ve köklü (cihâd) farz ve ibâdetini, bir ma’nâ saptırması ve tahrîfiyle, “sandık cihâdı v.s.!” gibi ta’bîr ve terkiblere yamultmuşlardır… Böylelikle, bu uyduruk terkîb ve ta’birleri, mücerred dembokrasinin ve onun içinde de kendi beşerî ve nefsî doktrinlerinin yaşaması içün âlet hâline getirmişlerdir…
Yahudi güdümlü bu ABD patentli dembokrasi aldatmacası, sonraki yıllarda dünyânın dört bir köşesinde cür’et edilen seri ve sür’atli “barış harekâtı!” ile, bilhassa İslâm dünyâsına sevdirilmek hedefine matuf olarak bütün dünyâya silâh zoruyla pompalanmışdır…  Hele hele yahudi güdümlü ABD’nin 2001 efrenci târîhinde  sahnelediği “ikiz kule” sahtekârlığından sonra, “İslâmiyyet’in CİHAD” farz ve ibâdeti, “terör” lâfzının yerine oturtulmuş ve böylelikle de, dünyâya daha vahşîce şırınga edilmişdir… Müslüman dünyâdaki nice modernite, reformite ve feminite bulaşığı taşıyan “müslüman mücâhid ve mücâhide!” geçiniciler, bu noktada da, aşağılık duygusuna itilmişler ve dinleri olan İslâmiyyet’den utanmaya ve korkmaya hatta onu beğenmemeye, netîcesinde de bu aziz Dîni değiştireceklerini sanmaya başlamışlardır!. Ayrıca bu gibilere, “hoşgörü-diyalog”, “Türkçe Olimpiyatları!”, “Abant Platformları v.s.!” ve “Bardakoğlu revizyonizma ve reformizması!” gibi usûl ve katakülliler ile, “zehri altun kupalarla içirmişler!” ve nicelerinin sinsice intiharlarına sebeb olmuşlardır…
Yehûdi-Haçlı parmağında oynatılan bir takım adamlar, hocalar, dâireler ve cemaatler kullanılarak dünyâ çapında İslâmiyyet’e yapılan bu iğrenç tebdîl, tağyîr ve tahrîf propagandaları, demokrasi diye tutturan T.C’nin bazı politik (parti-pırtılarına) da bulaştırılmışdır. Ne kadar kendilerini dergâhlara, şeyhlere, din sözcülüğüne, “önce ahlâk ve ma’neviyyât!” demelere nisbet etseler de, nice parti-pırtı başları, İslâmiyyet’in “cihâd” emrini kendi dembokratik politika “görüşleri” istikâmetinde yamuk yumuk edib içini boşaltmışlardır... “Dünyâ müslümanı!” diye bilinen yüzmilyonlarca insan, nice kataküllilerin iç yüzünü ve dinlerinin hakîkat ve sâbitelerini edille-i erbaa istikâmetinde bilemedikleri içün, ne kadar esef edilse yeridir ki, bu adamların her “cihâd ve mücâhid” deyişini, Kitâb ve Sünnet’de geçen “cihâd ve mücâhid!” ma’nâsında anlayarak, o adamların meczubları hâline getirilmişlerdir!
Ancak ortada müthiş bir katakülli döndürülerek bu “cihâd ve mücâhid!” âvâzeleriyle, hakîkatde, kendi partilerinin iktidâr olması veya biraz daha fazla rey alması içün canla başla koşuşturma çırpınışları kastediliyordu!. Zaman zaman bunu saklamadılar da… Hatta “ibâdet ve cihâd aşkıyla!” diyerek, saf ve perde arkasını göremiyen sığ ehâlîyi yemleyip iyice partikolik eylediler; ve daha çok koşturmanın formüllerini icâd etdiler… Çünki seyirtdirenler, süper zeki, okumuş, unvan zengini ve “efsâne” adamlardı!!!.
Her fırsatda ve hiç utanmadan, “cihâd ve sandık cihadı!” gibi laflar, kitlelerin önüne yarım asra yakın sürüldü; ve “cihâd mefhûmu!” alabildiğine saptırıldı… Dolayısıyla  cihâd, dembokratik parti propagandaları içün saf ve bilgisi mahdud ehâliyi seferber etmenin (dîn temelli) vasıtası yapıldı, cıvıtıldı, sulandırıldı ve düpedüz istismâr edildi!. Bu gayretler, partinin, dolayısıyla da (partiyi) içinde vazgeçilmez bir unsur (rükn-i aslî) olarak taşıyan dembokrasinin yaşatılması ve hakimiyyeti içün, en müessir bir vâsıta (manivelâ) yapılmış oldu…
 Halkların göremediği ve fakat (dünyâ dembokrasi dîninin) üst tabakalarınca ve (ateist, laik ve dembokratik) rejimlerce çok iyi görülen ve bilinen bu gözboyamalara, dünyâ üçkağıtçıları öyle ciddi bir aksülamel de göstermediler… Hatta tam tersine, onlara politik bütün yol ve nice imkânları açdılar… Bazı uyanıkları, İsviçre’lerden getirip, “sen bize lâzımsın!” diyerek bir takım partilerin başlarına “umûmî reis olarak” geçirdiler… Sonra da (koalisyonlarına) ortak bile kılarak milleti yarım asırdır çarmıha gerip îmânını, nâmûsunu, mukaddesâtını, hocalarını, târihini, kanını, iliğini, devletini, yazısını, dergahlarını, vakıflarını ve bütün varlığını soyup soğana çeviren azılı İslâm düşmanı 6 oklu tuğyânkârları hükûmetlere taşıdılar!. Sonra da zerre kadar utanmadan, bu yaptıklarını halka “muvaffakıyyet!” diye yutturdular… Böylece, “sandık cihadı!” gibi uydurma lâflarla İslâm’ın cihâd müessesesi alabildiğine saptırıldı ve yalama yapıldı… Evet, nice mukaddes mefhumlar, tamâmen dembokrasiye puan ve kazanç toplayan mefhumlar haline inkılab etdirilerek istismâr edildi…
CİHÂD adı ile bilinen ve Ehl-i sünet Ve’l-Cemaat i’tikâdında namaz, oruç, hac ve zekât gibi ana ibâdet ve farzların 5.si olan; ve Büyük Mürşid-i Kâmil Ahmed Ziyâüddin Gümüşhânevi Kuddise Sırruh Hazretlerinin “Câmiu’l-Mütûn….” Nâm muhalled akâid kitâbındaki ifâde ve ibâreye göre “Zamanımızda en büyük ibâdet Cihâddır!” buyrulan bu ekber ibâdet, (zarûrât-ı dîniyyemizin) en büyüklerinden…
Binâenaleyh, onu değil red ve inkâr, onda en küçük “şübhe ve tereddüd eden!” herhangibir laik dembokratik düzen tarafdârı; veya bu kabil düzmece düzenler tarafından aynı i’tikâd formatları ile devşirilmiş veya peydahlanmış kişi veya başkanlar, (rütbe-makam-mevkisi) ne olursa olsun, Şerîat-ı Mu…….diyye’nin mukaddes ve muazzez akâid mîzânı karşısında, îmân sistemi çökmüş yani (mürtedd) olmuş bir nesnedir o kadar… Küllî kâide bu…
Hiç kimse, nâfile bir namazı, beş vakit namazın yerine ikâme ve edâ etmiş olmak gibi bir sapıklığa düşmemelidir! Kim, beş vakit namazla, nafileyi, mücerred (namaz) olmaları noktasından ele alır ve aynı farziyyet, zârûret ve keyfiyet içinde görürse, ona artık Şerîat, müslümandır gözüyle bakmıyor… Bu dîn ve SON ŞERÎAT, (olmazsa olmazlarına=zarûrât-ı dîniyyesine) en küçük (keyfî ve indî te’vil ve tefsîre) imkân tanımayı, muhâl derecesinde ve Kıyâmet’e kadar ortadan kaldırmışdır…

Müslüman parti lideri (!) hüviyetli bazı adamlar, bu saptırmaları, islâmî pek çok sahada da yapdılar; ve (modernist, revizyonist, kamalist, reformist ve feminist) felsefelerin (halt edilip) karıştırılmasıyla elde edilen, acâib bir “İslâm anlayışını” inşâ edib ortaya çıkardılar… Bu anlayış, nefislere son derece hoş gelen; ve fakat Kitab, Sünnet, İcmâ ve Kıyasla teşkil olunan 15 asırlık dinin dışında ve uzağında, tamâmen lütervârî (beşerî) bir yapı ortaya koydu… Mücerred “laik dembokratik düzendeki partileri!” içün, halkı koşuşturmak üzere “cihâd” ibâdet ve farzını nasıl yalama edib “sandık cihâdı v.s.” ilan etdilerse; “kadın-erkek eşitliği!” gibi îmân, akıl ve vicdânı felç eden nice (batı hayat tarzının küfriyyât ve levsiyâtını) da, millete ustalıkla ve sûret-ı hakk’dan görünerek bulaştırdılar! Dolayısıyla, “kadınların da erkekler gibi mülevves laik-dembokratik politika salonlarında paspas derekesine düşürülüb yalamalaşmaları içün, muhtelit (karışık) hayat tarzlarını mubah addederek!” islâmî âile yapısını kökden dinamitlediler… Kılıf da oldukca şirindi:
 “-Kadın dört duvar (!!!) arasında kalamazdı, sosyal aktivitesi (!) içinde ancak var olurdu! Nâmahrem bile olsa erkeklerle omuz omuza (sandık cihâdına) çıkıp mücâhide defterine yazılmalı, evde (vâlide sultan) olarak îmân ve edeb sâhibi evlâd yetiştirme peşine düşüb ne şehiddir ne gâzî veya niyâzî olamazdı!”
Soyumuzun ve târihimizin  (kadın) telâkkîsi tamâmen reformize ve revizyonize edilerek, haçlı Avrupa telâkkîsindeki (kadın) MODELİ, müslüman mahallesinin salyangozu hâline getirildi…
Ancak madalyonun şu öteki yüzü, hiç gösterilmediği gibi, ağızlara bir nebzecik bile alınamıyor, alanlar da aforoz edilmek lutfuna bile eremeden (giyotine) gönderiliyor, (yiyecek ve içeceklerine) kadar mahrûmiyyete mahkûm ediliyorlardı:

 “- Evet, sosyal aktivite belâsı! Nâmahrem erkeklerin arasında ve onların bakış ve nefisleri altında, câriye keyfiyetinden bin beter ekşiyip kokuşarak hürre (!) kalış!. Artık (evinin sultanı) olmak ve ev işleri ile evlâd ü ıyâl YETİŞTİRMEK, sosyal aktivite değil, bir angarya idi ve kadın bundan haçlı Avrupa kafasıyla mutlaka kurtarılmalıydı! Çoluk çocuk onun bunun eline; ve ev hizmetleri de, 2 yaşındaki yavruları döverek öldürecek kadar cânî ruhlu hizmetçilerin insâfına veya yalap şalaplara emânet; ve evin içi de, politik dedikodu, yalan, iftirâ ve dil âfetlerinin binine bir paradan teslîm edilmeliydi! Allâh’a açılan gerçek ve risâletle temelli ve hudutlu siyâsetin tırnak ucu kadarına bile vukûfiyyet içün,  ne şer’î, ne ilmî ve ne de fikrî bir kitabın kapağına el atmak… Gelsin, kabuklu haçlılardan ithâl partili dembokrasinin kazûrâta hasret bırakan politik ufûnet püskürüşleri… Çünki öyle bir seferberlik i’lân edilmişdir ki, düşman her yeri işgâl etmeden, millî kurtarıcı ve efsâne kumandanlar emrinde kadın-erkek omuz omuza (sandık (!) cihâdına) çıkmak en büyük farzdır!!! Ve bu seferberlik ve cihâd-ı mukaddesde bütün varlığıyla (millî birlik görüşünde) olanlara teslim olmayanlar, ağızlarıyla kuş tutsalar bile (yahudi askeridirler) ve onların Âhıretleri de sâdece ateşdir!…”
 Böylece, islâmî âile gibi temelin temelini ve en ana harcını teşkîl edecek ana çekirdek parçalanacak; ve yerine, Batının, mâdenî ve patalojik âile paçavrası  monte edilecekdi… Ağır sanâyi muzafferiyyetinin âileye akseden dökümhânesi, politik hırs, tuğyân ve azgınlık elinde, işte bunları netîce verdi… Evet, görene, köre ne!
 Hilâfet ve ülülemri saptırmalar, gâvurlara teşebbüh, ikrâh-ı mülcî dışında mutlaka haram ve hatta küfre müeddî keyfiyetiyle takiyyenin en sulu ve iğrençleri… Yarım asır evvel, masonik Palas’larda ve muhtelit vasatlarda kıyılan rejim akdi denen şeylerle, dînî ve millî oluşa zerre kadar temâs nasîbi olmayan düğün-dernek-balayı gibi kamalist benzeyişler… Kendi kadınları ağzıyla “zarûrât-ı diniyyeden” olan “teaddüd-i zevcâta” ta’n ve onu tahtıe etmeler, adam kayırmalar ve  israflar… Palavra, mübâlâğa ve mugâlâta, yalan, inkâr, sözde aslâ durmama ve cambazlıklar…
 İctimâî, iktisâdî, siyâsî, idârî, nazarî, amelî, askerî ve hukûkî faaliyetlerdeki (islâmî adâlet, ehliyet ve istişâre) gibi 3 en ana temellerden kopuk, onbinlerce meseleyi, redd ve bâtıl mihrâkına bağlamadan, vasatın normları istikâmetinde mubah görüp, aynen cihâd mevzuunda olduğu gibi yamultup bozmalar ve öz ve ruhlarını boşaltmalar… Böylece müesses bâtıl düzenle tev’em (benzerlikde), melez ve hakk ile bâtılı telbis eden (bulayan) hılkat garîbesi bir doktrin!
Yukarıda husûsiyle beyân etdiğimiz gibi, nasıl bir müslüman, ana ibâdet olan beş vakit namazın yerine, “namaz” diyerek nâfile namazları oturtamaz ve ikâme edemezse, “cihâd” gibi bir başka ana ibâdet ve FARZIN yerine de halkın cehâletinden bilistifade ve ehâliyi kullanmak üzere “sandık cihadı, kalem cihadı, nutuk cihadı, parti cihadı, pırtı cihadı, makam cihadı, koltuk cihadı, politika cihadı, siyaset cihadı, bugünün cihadı, istikbâlin cihadı, başbakanın, başkanın, liderin cihadı, v.s.!” diyerek bu kabil şeytanîlikleri hiç ama hiç oturtub ikâme edemez…
 En büyük ve birinci ŞARTI Allâh adına kıyılmak olan şer’i nikâhın yerine, belediye reisi, pilot, kaptan, bilmem ne gibi mahluqlar adına (Hâlıq adına değil de) kıyılan İsviçre patentli ve oradan idhal (Kilise nikâhını) oturtmak ne ise, Kur’an-ı Mübîn’de geçen ve mücerred “Îlâ-yı Kelimetullâh îmân ve gâyesi” ile yani “Ya şehîd ya gâzî olmak niyyet ve îmânı ile” yapılan (cihâd) yerine de, başka hiçbir hedef, gâye ve niyet, laik dembokratik faaliyyet, beşerî bir hedef ve nesne, sûret-i kat’iyyede ikâme edilib konulamaz… Konulursa, bu, Allâh Azze ve Celle Hazretleri’nin Mutlak Nizâmı olan İslâmiyyet’i saptırmak ve yamultmak olacağı cihetle, mürtekîbinin Allâh’ın dîniyle alâkasını mutlak ma’nâda keser; ve bu, Allâh’ın Dînine en büyük bir ihânet ve denâet kabul edilir… Bir müslüman içün, (Dînini tahrîf, tağyîr ve tebdîlden uzak tutub muhâfaza etmekden) daha aziz, daha kıymetli ve daha mukaddes hiçbir vazîfe ve gâye olamaz; veya “olur!” diyene, “müslüman!” denilemez…
Cihâd gibi zarûrât-ı dîniyyeden ve en büyük ibâdet ve farz olan bir Şerîat rüknünün daha da iyi anlaşılmasını, müteâkıb nüshamızda Osmanlı ulemâmızdan Müfessir-i Mümtâzımız Muhammed Hamdi ve Üstâd-ı Mübeccelimiz Necib Fâzıl Merhûmların muhalled satırlarına mürâcaatla ortaya koyacağız, biavnihî Teâlâ…

21 Mart 2011 Pazartesi

EKSELANS! SİZ, “SÜNNÎNİN CÂFERÎYE ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” DEME MİSYONUYLA DA MI YÜKLENDİNİZ?



Laisizma, cumhuriyet, dembokrasi, kamalizma, modernizma ve revizyonizma, yehûdiyyet ve nasrâniyyet v.s. gibi beşerî ve felsefî bir takım İslâmdışı doktrin, ideoloji ve hatta mecâzî ma’nâda “dinleri!” tasdîk ve tahsîn eden ve gece gündüz bu îmânları ile zikre devam eden hükûmetler ve onların başları ve a’zaları, İslâmiyyet hakkında konuşub aslâ karar alamaz, hatta ağızlarını açıb konuşamazlar…
Alırlar ve konuşurlarsa “keenlemyekündür!.”
Bu konuşma, karar ve kânunlar, yok hükmünde, hiç mesâbesindedir; ve ancak şu halta yararlar ki, o da, dîn, mezheb ve mukaddesât gibi kıymetlerin kirli ve pis politika hesâbına kullanılması, harcanması, istismârı ve belli kalıplara dökülerek yahudilerin yapdığı gibi bu kıymetlerin de saptırılması, tahrîf, tağyîr ve tebdîl edilmesidir…
Adı geçen sistemler muayyen zamanlarda, içlerinden birini (beşerî bir dîn) hâlinde öne çıkarmış ve insanların ona tapmasını istemişlerdir. Bugün öne çıkarılan ve müslümanı gâvuru herkesi kendisine taptırmayı isteyen sistem “dembokrasidir!”
Bu dînin (ruhbân sınıfını) teşkîl eden siyâsiyyûn, ona, öylesine inanmış mü’minler istemektedirler ki, düzinelerce târif, cins, cibiliyyet  ve rengi de bulunan “dembokrasi!”nin lâteşbih (îmân esaslarına) aykırı bir iş aslâ yapılmasın!. Ona bir aykırılık görüldüğü zaman, hiç gecikmeden kürsüleri tokmaklar, hırıltı ve homurtularını ortaya dökerler ve hiç kimsenin hatırına da gûyâ eyvallâh demezler! Nerede olurlarsa olsunlar, bayram, seyrân, mâtem, anıt, tapıt, mozele, saygı duruş ve sunuşu, hacc yolculuğu, pentagon seyyahati, Kızılcahamam göbektaşı, kongre, meclis, kürsü, millete sesleniş, Abant toplantı ve bilmem nesi… Herkesi “dembokrasi!” dîninin “kutsal” ve “putsal!” esaslarına(!) saygılı olmaya anında da’vet ederler!
Halbuki, “İmân ve İslâm, adâlet ve hukûk, Allâh korkusu ve hesâb kitâb” gibi mefhumlar, korkudan ve arâzinin esâret modasında erimekden, kimsenin ağzına alamadığı ve Milletimize âid en temel ve kök, ecdâd emâneti en mukaddes kıymetlerimiz…
“Dembokratik ruhban sınıfının!” gece gündüz zikirlerine dikkat ediniz, aşağıya alacağımız şu sözler, onların en başda gelen ve her zaman ve mekânda tekrarladıkları en “kutsal” ve “putsal!” evratlarıdır:
“-Bu ve şu hareket ve sözler dembokrasiye aykırıdır, DEMBOKRASİYE ÎMÂNIMIZ TAMDIR, dembokrasiden aslâ geri dönülemez, DEMBOKRASİNİN MABEDİ MECLİSİMİZİN ÜZERİNDE HİÇBİR GÜÇ VE KUVVET TANIMIYORUZ, dembokrasiyi çarpıtanlar en büyük hâinlerdir, DEMBOKRASİ İLE MÜSLÜMANLIĞI AHENK İÇİNDE YÜRÜTEN TEK VE EN İLERİ, ÇAĞDAŞ, BATILI, BATICI ÜLKEYİZ; falan parti dembokrasimizi çıkmaza sokuyor, tek çâremiz ve tek kurtuluşumuz dembokrasiden aslâ tâviz vermeden yolumuza devâm etmekdir, dembokrasimizi daha sağlam temellere oturtmak içün ne lazımsa yapdık, yapıyoruz ve yapacağız; dembokrasi düşmanlarına bu memleketde yer olamaz, DEMBOKRASİNİN EN İYİ BALANS AYARI YAPILAN TÂMİRHÂNESİ DE BİZDEDİR, BÜTÜN DÜNYÂ İLE BÜTÜNLEŞMENİN VE GLOBALİZMANIN TEK YOLU DEMBOKRASİDEN GEÇER, dembokrasisiz bir Türkiye düşünülemez, dembokrasiyi rafa kaldırmak kimsenin haddi değildir, AB dembokrasimizin teminâtıdır, hoşgörü ve diyalogsuz dembokrasi olamaz, ABD ise dünyâ gemimizin dembokratik kaptanıdır, son nefesimize kadar dembokrasi savaşçıları olacağız v.s!”
Bu öyle beşerî bir dîn ki, bütün dinler bu dinin şemsiyesi, himâyesi, yardımı, ihsânı, atiyyesi, lutfu altındadır; ve hiç kimsenin kendi dîninin esaslarını dembokrasi dîninin esasları üzerinde görme hakkı yokdur! “Kamusal alanlar”, televizyonlu ve medyalı meydanlar, resmî topyekûn devâir ve şimdi de  İstanbul’un Halkalı Meydanı… Her yer dembokrasinin mukaddes mekânlarıdır! Ancak beyân etdiğimiz gibi dembokrasinin “böyyük mâbedi” dâima parlamento! Bazı dembokrasi mü’minlerine göre orası dembokrasilerinin KÂBESİ VE KIBLESİDİR de…
Her din, her mezheb, her îmân ve vicdan sistemi, her hüviyet (kimlik), dembokrasi dîninin “kutsal!” ve “putsal!” çerçeve ve tablosuna aykırı olamaz, onun şemsiye ve müsâadesi neden ibâret ve ne kadarsa, ancak o kadar bir kıvâma, keyfiyete ve hayat hakkına sâhib olabilir! Tek ve biricik (gâye) dembokrasiyi yaşatmakdır; ve geride kalan bütün dinler ve mezhebler, dembokrasinin lutfedeceği öğün ve insanlar ne kadarsa onlara râzı olmak ve onlarla hayatını idâme etdirmek mecbûriyyet ve mükellefiyyetindedir!

EKSELANSLARINA “SÜNNÎNİN CÂFERÎYE ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” DEDİRTEN MİSYONU, DEMBOKRASİ DÎNİNİN ANCAK BAŞKARDİNALİ YÜKLEYEBİLİR!
Bu i’tibarladır ki Bay Başvekîl Ekselânsları da, 16 Aralık 2010 târih-i efrencîsinde bir ilki tahakkuk etdirerek, İstanbul Halkalı’sında, Câferî vatandaşlarının takıyye gibi “Şiîlik şeâirinden olan o meşhûr MÂTEMİNE!” iştirâk eyler! Onlara, dembokrasi dininin belki de TAKİYYESİNE ittibâen nimetlerini ihsân eylemişdir! Onları bununla perverde ederek ve şemsiyesinin veya kanatlarının altına alarak, bir gurk tavuğun civcivlerini muhâfazası gibi sâhiblenmişdir… Bay RTE Ekselansları, bu işi hangi kelime-i Tayyibe ve Recebiyye ile edâ ve nidâ eylemişdir; ve tam bir Şia-Câferî-İmâmiyye-İsnâaşeriye-Humeyniyye ağzıyla, 5 ay sonraki “seçim-geçim!” oy avcılığı ve yatırımlarına da bakınız hangi frekansdan eklenmişdir:
“- Hiç kimsenin hiç kimseye, Sünni’nin Caferi’ye, Caferi’nin  Sünni’ye, Türk’ün Kürt’e, Laz’ın Çerkez’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur ve olamaz.”
Beli Sultânımız, emriniz olur! Hadi “Türkün Kürde, Lâzın Çerkeze, Acemin Araba üstünlüğü yokdur ve olamaz!” vecizesini şuraya koyalım… Amma Müslüman Oğuz Türkü ile Pekeke’li Kürt ucûbesini nereye ve hangi “üstünlük”  noktasına oturtacağız? İkisinden de “vatandaşım var!” demeyi hadi inkâr et! “Benim adım Kamal!” deyû ortalıkda kanat çırpan politika piliçlerinin tüylerini yolmak kolay, amma “Bizim adımız Müslüman Oğuz Türkü!” Bizim tüylerimiz yok, kılımızın tekine dokunabilen erkekdir! Fâtih ve Yavuz gibilere “ATAMIZ!” demişiz, yollarına baş koymuşuz! Dileyen, “dembokrasi dîni!” adına isterse takıyyeden, isterse 5 ay sonraki sandık kumarının şevkinden, (Uzun Hasan) ile (Şah İsmail’in) şeyinden öpebilir!.
Ekselans! “Gene çakdın!” dediğin Alevî Gandi Kamal’dan 100 kat daha beter “çakdınız!” Buna “çakmak” da değil, müsâadenizle “çuvallamak!” desek ne buyrulur!?
Bay RTE Ekselansları, dembokrasi dîninin esaslarına azamî riâyet ederek ve meselâ Emnânımın Hospıtılonya Demokratik Cumhuriyyetinde “Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur ve olamaz!” diyebilirsiniz; ancak bunu, alâmeleinnâs ve Müslümanlara 1000 senedir vatan olmuş bir memleketde, hükûmet başı olarak aslâ söyleyemezsiniz! Dîni İSLÂM ve  mezhebi “EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAAT yani SÜNNÎLİK” olan bir FERD ise,  “Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur!” demek gibi bir nâneyi hayâlinden bile geçiremez!
Alevî Kamal’a “gene çakdın!” nâmeleriyle Kasımpaşa babalanmasına giren Bay Ekselansları, acaba kendi “ÇAKMALARINI!” ne zaman o kelley-i şerîfine çakacakdır?!
Karşımızdaki Bay Ekselansları, kim olursa olsun alenen şunu deyemez:
 “- Dembokratik iktidâr gemiciğinin dümeni bendedir, ben sizin babanızım hem de kaptanınızım, ben ne dersem o olur, şimdi keyfim Şii Câferî ağzıyla lâf etmek ve seçim yatırımı içün mavi boncuk dağıtmak ve canım da, Şii-Câferî-Humeynî dîninin itikâd esaslarını pompalayıp onların MÂTEMLERİNDE mâtem tutuyor rolleri ve numaraları çekmek istedi! Onun içün de, Sünnî kıymetleri ve mukaddesleri ile, Şii-Câferî-Humeynî kıymet hükümleri ve kutsîlerini, ben, dembokrasi dînime göre müsâvî kılar, aynı tezekden terâzim ve onun şeyden olan kefeleriyle tartarım!”
İşte Bay RTE, Ekselans! Alâmeleinnâs Halkalı Meydânından bunları diyemezsin!
Dersen, îmân ve i’tikâdında MATEM olan şii-câferî-humeynî vatandaşlarını eteklemiş, yağlamış ve reylerine sulanmışlığın zevkine dalmış; amma öte yandan da, îmân ve i’tikâdında MATEM olmayan beşde dört nüfûsu diri diri çiğnemiş olursun!
Hazret-i Hüseyin Radıyallâhu anh Efendimiz Hazretlerinin “Seyyidü’ş-şühedâ” rütbe ve makâmına ermesini, 14 asırdır hangi Sünnî (Ehl-i Sünnet vel cemaat) mensûbu millet, devlet ve hükûmet, MATEM yaparak ele ve dile almışdır?
14 Asırlık bu ana İslâm gövdesi, Nuh Aleyhisselam’ın tufandan, İbrâhim Aleyhisselâm’ın nemruddan, Mûsâ Aleyhisselâmın fir’avndan, Kâinâtın Fahri Alâ Ekmeli’t-tehâyâ Aleyhisselâm’ın Kureyş müşriklerinin zulmünden kurtuluşlarına; İdris ve Îsâ Aleyhimesselâm’ın göğe uruclarının bu mübârek günde olduğuna, Âdem ve Dâvud Aleyhimesselâm’ın zellelerinin bu günde bağışlandıklarına, İbrahîm Aleyhisselâm’ın bu günde doğduğuna ve İsmail Aleyhisselâm yerine koçun bu mübarek günde gönderildiğine ve bunlar gibi nice meserret verici mu’cize ve hârikaların hep bu Mukaddes 10 Muharrem’de vukû’ bulduğuna inanır; ve o günü aslâ MÂTEM olarak telâkkî edemezler ve bundan da Allâh’a sığınırlar…
 Sünnîlikde (mâtem) diye bir dalâlet ve sapıklık “yokdur ve olamaz…” Olacak olsaydı, Kerbelâ fâciasından sonra yıllarca yaşayan sahâbîler böyle bir âdet ortaya koyarlardı ki, buna aslâ rastlanılmamışdır, çünki Allâh Azze ve Celle’nin Mukaddes ve Muazzez Dini (Şerîatı) böyle bir bid’at ve dalâletden münezzehdir… Hele hele bazı şii bölgelerinde zincirler, hançer ve kılıçlarla reşid bile olmamış sabîlerin derileri, kafaları ve göğüsleri üzerinde kan-revân içinde tablolar çizmek, sonra da bunları dünyânın gözü önünde Münezzeh ve Mübârek İslâmiyet’e mâlederek irtikâb eylemek, terki âcilen şart ve farz, tasavvur ve havsala çatlatan menfî manzaralardır…

EKSELANSLARININ ÂBÂ U ECDÂDI ARASINDA 10 MUHARREM’DE MÂTEM TUTAN BİR TEK FERD YOKSA, BU OY AVCILIĞI VE DEMBOKRATİK SEÇİM YATIRIMINI KİM NASIL İZÂH EDEBİLECEK?
Bay RTE Ekselanslarının merhûm pederi, dedesi ve vâlide-i muhteremeleri Hanımefendi ve âbâ u ecdâdı içinde, acaba 10 Muharremlerde MATEM gibi bir dalâlete sapan bir tek ferd-i vâhid çıkmış mıdır?. Ekselansları, aceba (aslını) ikrâr etmenin zât-ı devletlerine bir zarar îrâs edeceği îmân ve i’tikâdına mı zâhib olmuşlardır? Aslını inkâr etmiyeceklerine göre, bu hâl ve keyfiyetin HALKALI meydanından değilse bile, Dembokrasi dîninin “mâbedi” olan bir yerin bir köşesinde izâhını yapabilecekler midir!?.
Haa:
 “-Ben, mâzideki âbâ u ecdâdımın sünnîliğinden utanır oldum!”
Denecekse, ona bir şey diyemeyiz! Böyle hesablara aklımız ermez!
“-Politik kâr devşirmemiz ve dembokratik dînimizin (seçim yatırımları) ruznâmeye gelince, biz her yer, mekân ve zamanlarda nabza verilecek şerbeti bilir ve oralarda başka hüviyete bürünerek bukalemunlaşır veya yıllar evvelin Turan Feyzioğlu’su gibi şerbetçi oluruz!”
Deniyorsa, Ekselanslarına, “O da dembokrasi dîninin bir icâbıdır!” deriz; amma, (îmân ve i’tikadlar)ımız mezuu bahs olan yerde, “dembokrasi membokrasi sökmez!” demesini de biliriz!
“Sünnînin (Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaatın) Câferî’ye üstünlüğü yokdur ve olamaz!” demek iyi cesâret ister!. “Câferîlerin Sünnîlere üstünlüğü yokdur ve olamaz!” demeyi de (Şii-Câferî-İmâmiyye-İsnâaşeriye-Humeyniyye) tâifesi yemez! Takılır!
Kim kime “üstün veya değil!” bırakın bunları, bunlardan size ne, herkesin îmân ve i’tikâdını herkes kendi bilir ve onu alâkadâr eder… Siz tapu kadastronun (ölçü) mühendisi misiniz, nesiniz?
Ekselânsları, Bağdad seferinde de akâid imamlığına soyunmuşlardı! Kendisini laik dembokratik bir düzenin İmam Hatib diplomasıyla İmâm-ı Mâtürîdî veya İmâm-ı Eş’arî gibi bir otorite görüb:

“- BEN NE SÜNNÎ NE ŞİİYİM, MÜSLÜMANIM!”
Dediği zaman da, “gayretullâh’a”  ve zülfiyâre dokunduğunu ve taşlara vurulan baltanın nasıl kör kütük yamulduğunu, beyn-i bâlâlara âh u enîn içre duyurmaya çalışmışdık! Bunda da, Mefhûm-ı muhâlifinden ibâre çözülürse, karşımıza akıl ve mantığa MATEM tutduracak (!) şöyle ifâdeler sökün eder:
“- Ne Sünnîlik vardır, ne şiilik! Müslümanlık vardır!”
Veya:
“-Sünnîlik de şiîlik de Müslümanlık değildir!”
Şiiler kendilerinin ne olduğunu bilir veya bilmez, bizi o alâkadâr etmez! Amma biz,  SÜNNÎLİĞİMİZİN İslâmiyyet’in ta kendisi olduğunu 15 asırdır Allâh’ı bildiğimiz gibi biliyoruz!
Buna “KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK!” denir… Karşısında adam gibi (muhâlefet) olsaydı: “Gene çakdın!” deyib çakardı…
Hayâller, hülyâlar, nazariyeler, komplo teorileri, zorlamalar, takrîb-i mezâhib fantazyaları ve bilmem neler… Bunları kim yer? Ortada dağ gibi (vâkıa) var tosuncuklar! Siz 15 asrın üzerine “71’lerin muhtıracılarına başvekîl olan Şalcı Nihat Erim” gibi şal çekeceksiniz; ve o şal, her şeyi bir anda örtüverecek öyle mi?
Ekselansları, bu kafayla arz üzerinde T.C. denen mıntıkayı idâre ediyorsa, bu iş, demekdir ki Kasımpaşa’yı idâreden daha kolay ve rahat! “Gemicik”de kaptan olmak gibi bir nesne!.
“Dembokrasi ma’bedinin ruhbân sınıfında” ağızdan çıkanı kulak duymazsa, kısa devre yapar ve sigortalar atar!
“- Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur ve olamaz!”
Derken, “Sünnî Fâtih Cennetmekânın Câferî Uzun Hasana, Sünnî Yavuz Selîm Cennetmekânın Câferî Şah İsmâil eşkıyâsına üstünlüğü yokdur!” denmiş olur…
 (Şii İran’ın i’tikadda resmî mezhebi “İmâmiyye veya İsnâaşeriye”, ameldeki mezhebi “Câferiyye” denen mezhebdir! Humeyni’nin i’tikad ve amelde mezhebi de bunlardır ve bu iki mezhebe âid i’tikadî ve ameli farkları ileride geniş ele alabiliriz. Ancak i’tikadî bakımdan “12 imamın”, peygamberlerdeki (ismet sıfatına) sâhib ve günahdan münezzeh olduğu, imamın kavlinin (sözünün) Kur’an ve sünnet-i mütevâtire hükmünde bulunduğu bütün dünyâca bilinmektedir. Humeyni’nin, Azerî şiîlerden Prof. Hüseyin Hâtemî’nin tercüme edib Ali Bulac’ın Düşünce yayınları 14 numara ile 1979 Nisanında basıb yaydığı kitabının adı “İslâm Fıkhında Devlet”dir. Bu kitabın 65. Sahîfesindeki 12 imam’ın makamları ile alâkalı ibâre de aynen şöyle: “Mezhebimiz gereğince bu manevî makamlara meleğ-i mukarreb ve nebiyy-i mürsel de erişemez.”
 Hazret-i Ali ile başlayan ve O’nun evlâdından gelen ve ehl-i sünnet i’tikadında ve sünnîlerin de baş tâcı olan bu 12 imamın makamları, Caferîyye (Humeynîyye) i’tikâdına göre 4 büyük meleğin ve bütün peygamberlerin erişemiyeceği kadar yüksek bir makamdır. Hâşâ ve Kellâ… Ehl-i Sünnet Ve’-Cemaat i’tikâdına göre mutlak küfür olan bu ibâre yapılan şiddetli tenkidlerden sonra müteakıb baskılarda kaldırılmış ve 2 satırlık yeri boş bırakılmışdır!!!
 Amelî olarak da, Caferî (Humeynî) fıkhında bir zevc, zevcesine ters tekarrübde bulunabilir ki, bu da –yüzbin hâşâ- onlarda helâldir! Ekselansları, müşâvirleri vasıtasıyla bu noktayı “Mustafa İslâmoğlu’nun” denen adamın Humeynî severliğinden ve onun internet konuşmalarından tedkîk etdirebilir; ve böyle sapık ve iğrenç bir tekarrübün, sex manyağı Baltık ülkeleri ve inek sidiği içerek ruhlarını yükselten hindularda bile görülmediği nazara alınırsa, ne kadar sünnîliğe “ÜSTÜNLÜK” vesîkalayacağı resmen ve alenen görülmüş olur! Ekselansları, bu noktada “takiyye” çukuruna düşmeden tedkiklerini sürdürürlerse, isâbet buyurmuş olurlar! Rize menşeli olan Ekselansları, âbâ u ecdâdının bu kabil yüzlerce hatta binlerce i’tikâd ve amelde Câferîlere üstün olmadığını acaba söyleyebilecek midir?)
Ekselansları, şu haberi de okurlarsa, belki “gemicik” vezninde bir “nebzecik” mütenassıh, mütenebbih ve mütenevvir olabileceklerdir:
“Azerbaycan'da yayınlanan /313NEWS.NET/ internet sitesinin bir forumunda şu soruyu gördüm:
"Qardaşlar!.. İmam Ali'nin (aleyhisselâm), hilâfeti gasb etmiş 3 kâfire beyat edip etmediği hakkında Şia menbalarında (kaynaklarında) malumat (bilgi) var mı? Eğer bu barede (mevzuda) malumatı olan varsa, geniş şekilde ve menbalarını yazarak, kömeklik göstermesini (yardımcı olmasını) hâhiş ederim (isterim)." (M.Ş.Eygi-20.12.2010)
İlk 3 halifeye “kâfir” diyecek kadar dinden çıkan ve azan adamlara dikkat! Takiyyeciler takunya ile “tak tuk!” sesli yürümezler! Amma bazıları da, demekki “havlayarak” sesli ve gürültülü yürüyebiliyorlar! Daha doğrusu meydanda yardakçılar, yalakalar ve meddâhîn de buldular mı, artık seyreyleyin acem palavrasının binini bir paradan!

İBRAHİMÎ DİNLER UYDURMASI VE SÜNNÎ İLE CÂFERÎ ARASINDA ÜSTÜNLÜK YOKDUR DEMELERLE, İSLÂMİYET, SULANDIRILIB GLOBALİZMANIN YOLU AÇILMAK HEDEFLENİYOR…
Asr-ı Seâdet’den beri gelen “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat yani Sünnî mezhebler” ile, ismet sıfatını hâiz ve haramı helâl ve helâli haram yapma salâhiyyetindeki “Âyetullahların” elinde her asırda değişen İran şiiliği-YANİ imâmiyyesi ve câferiyyesi-YANİ Humeyniyye’sinin, biribirine “ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” dendi mi, 14 asırdır aralarında îmânî ve amelî bakımdan apayrı iki dîn kadar fark olan bu iki çizgi ve istikâmet (aynı kıymetde) ele alınmış olur ki, bunu, dembokrasi dîni kabûl etse de, ne Sünnîler ve ne de Câferiler kabûl ederler…
 Kimin kime üstünlüğünden kime ne, sana ne Ekselansları! Sünnînin kime üstün olduğunu sen ta’yîn edemezsin!. SÜNNÎ, kendi kıymet hükümleri ve îmân ve amel terâzîsiyle bizzat kendisi tartar ve hükmü o verir… Câferî de, Vehhâbî de, Mu’tezile de, Havâric de, Mürcie de, Mücessime de, Müşebbihe de, İsmâiliyye ve Zeydiyye de, hulâsa 14 asır içinde peydahlanan topyekûn (fırâk-ı dâlle) de, kendi îmân ve amel terâzîleriyle tartar; ve onlar da kendi kıymet hükümlerine göre bir görüşün sâhibidirler…
Vatikan-Pensilvanya hattına “İbrâhimî Dinler!” masalıyla “Müslümanlığın, Yehudiyyet ve Nasrâniyyet’e üstünlüğü yokdur ve olamaz!” bâtılı ve dalâleti ve “Vatikan misyonu” yüklenir ve millete zerk edilirken; Ekselanslarına da, “Sünnîliğin Câferîliğe üstünlüğü yokdur ve olamaz!” misyonu yüklenmiş görünüyor… Yeter ki Müslümanlık gibi (mutlak hakîkat), Yehûdî globalizmasının önünde Çin Seddi olmakdan sökülüb atılsın!
Hani “bütün iman ve inançlara hürriyet getirilecek ve herkes vicdânında hür olacakdı!?”
 Otoyol, köprü, toki moki, baraj, maaş, fındık-fıstık taban fiatları v.s. gibi oyuncaklarla millete hizmet olmaz! Îmân bulanıb sulandı ve millet, şahsiyet ve asliyyetini kaybedib, millet olmakdan çıkdı da  ulus (yahudice sürü demek) hâline geldi veya getirildi mi, işte o zaman, her yeri mafyalar, bombalar, ergenekonlar, diplomalı eşkıyâların soygun ve vurgunları, rütbeli talanlar, uyuşturucu ve fuhuş birlikleri v.s.ler, domuz gribinden bin beter kırar geçirir; ve beyin kanseriyle ruh şizofrenisi de, ne millet bırakır, ne devlet ve ne de hükûmet-i Cümhûriyye! Merhûm Üstâd Necib Fazıl Beyin ta’bîriyle “Ölü yüzü pudralamakla!” hiçbir halt edilmiş olamaz!
Evet, Ekselansları!
Bu rezâletleri hangi “hürriyetlerle!” kâbil-i te’lîf edeceğiz? Karışmayın milletlerin dînine, îmânına arkadaş!
 İnsanların mezhebinden size ne?. Hindu, Nirvana’sına kavuşmak içün ineğin idrarını içiyor, kime ne?. Siz dembokrasinin idrârını içseniz veya içiyorsanız bize ne?..
Vay “toplum mühendisleri” vayyy! Millet CHP zulmüyle yarım asır inlemişken, şimdi de AKP’nin sinsi ve samanaltılı, samanyollu, “açılım, saçılım ve katılım!” gözboyamalı zorbalıkları!
Sorarlar adama, “ipler kimin elinde, misyon nereden?”
Kovadis!
Yüzünüze gözünüze bulaştırmanın ne olduğunu size hiç mi söyleyen yok?. Târihde geçiyor hani, Endülüs tarafının bir sultânı “düşmanlarımıza dost olalım!” demiş! Onlara dost olurken, dostlarının dostluğundan olmuşlar, bir de düşmanlarının dostluğunu kazanamamışlar! Netîcede Moskof torpili gibi ortada kalakalmışlar ya hani!.
Ekselansları böyle hikâyeleri hiç duymamış gibiler!!!
“Kırk yıllık Yani olur mu Kânî!” dendiğini de…

OSMANLI ECDÂDIMIZI 500 YIL, HER GARBA YÖNELİŞİNDE ARKADAN VURANLARI UNUTMAK, HEM ECDÂDA İHÂNET, HEM DE İBRET ALMAMAK VE SIRTA SAPLANACAK HANÇERE RIZÂ GÖSTERMEKDİR… BİLGİLERİNİZE!
MÂTEMLER ve sâireler… Meşhûrdur: “Ali’ye mahabbetden mi, yoksa Ömer’e buğzdan mı? Üzüm yemek içün mü, bağcıyı dövmek içün mü?.” Tosuncuklar! Az tamah çok ziyân da getirir!. Sünnî oyları yetmedi, şimdi sıra, şii oylarını da bunlara zammedib oy avcılığı ve misyon edâsına mı geldi?!
 Ateşle oynuyorsunuz!
 1400 senedir İslâmiyyet’in içinden çıkarılan bir zümreye “Hüseyn!” dedirtilerek sünnî düşmanlığı yaptırılıyor; ve bu, her yılki MATEMLERLE 1400 yıldır, 1400 kere tekrarlana tekrarlana tâze ve ayakda tutularak, düşmanlık diriltilib sivriltiliyor… Hebennakalığın âlemi yok, sizler de yangının üzerine su dökecekken, HALKALI meydanından hamâset dolu yalakalıklarla benzin püskürtüyorsunuz!
 Îmânlarının 6 şartından birisi (takiyye) olan bir millet, şunun bunun meddahlığı ve yalakalığı ile sünnîleri “yezid” görüb “yezid” bilmekden vaz mı geçecek, a safdil oy avcıları ve 5 ay sonraki seçimin sandık tavcıları?
Ne kadar onlara yalakalık yaparsanız yapın, Osmanlı ecdâdımızı bütün târihi boyunca arkadan vuranlar, sizi de arkadan vuracak ve o zaman beş karış tepenizde dolaşan “seçim sarhoşu” aklınız başınıza gelecek, gelecek gelmesine de, iş işden çokdaaan geçmiş olacak ve son pişmanlık da fâide vermeyecekdir!
Bu mâtem denen dalâletlerle ortaya konan, Seyyidü’ş-şühedâ İmam Hüseyn ve Ehl-i beyti sevmek mi, yoksa O Büyük EVLÂD-I RASÛL üzerinden, başda sünnî dünyâsı olmak üzere bütün dünyâya kin ve nefret tâzelemek mi?
Bunu görmeyen körlere Allâh hidâyet ve buradaki târihi vâkıayı da kulaklarına küpe eylesin ki, aşağıda, (Y.B.Bakiler’in 19.12.2010) târihli yazısıyla nakletdiği işte o çarpıcı hakîkât:
"1918 yılında, bizim silahlı kuvvetlerimiz, Nuri Paşa kumandasında Bakü’ye girdiğinde, şiilerin 10 Muharrem âyinine şâhit olmuşlar. Nuri Paşa:
-Yahu niye başınıza-gözünüze vuruyor, dövünüp duruyorsunuz? diye sormuş.
-Paşam Hz. Hüseyin’in şehid edilmesine ağlıyoruz.
-Öyle mi? Allah Allah? Hz. Hüseyin ne zaman şehid edildi?
-1237 sene önce şehid edildi Paşam!
-Hayret! Hz. Hüseyin’in şehid edilme haberi Bakü’ye ne kadar geç gelmiş! Siz çok mu seviyorsunuz Hz. Hüseyin’i?
-Çok seviyoruz Paşam! Onu ölürcesine çok seviyoruz.
-Memnun oldum! Memnun oldum. Şimdi Hz. Ali’nin de, Hz. Hüseyin’in de yattığı yerler İngiliz gâvurunun elinde. Hepinizi silahlandırıp Bağdat’a göndereceğim. Gideceksiniz savaşarak, o mübarek topraklardan, İngilizleri kovacaksınız. Anladınız mı?
Nuri Paşanın bu açıklamasından sonra, meydanda on kişi bile kalmamış. Gâliba bize yeni Nûri Paşalar lâzım!”
Evet, Nûri paşalar lazım!
Bir de, İslâmiyyet’in, vatanımızda yasaklanışına son verilmesi, vatanımızın üzerindeki yahudi-haçlı işgâlinin parçalanması ve sünnîlerin hürriyetlerine kavuşması lâzım… Bu üç ana noktadaki muvaffakıyyet ortaya çıkmadan, sünnîlere her gün başka bir mâtem!!!
Son sözü Rahmetli Büyük Üstâd Necib Fazıl Bey’e söyletelim:
“- Biz, dâvâmızdan ne döner, ne de kıblemizden milyarda bir derece fedâ ederiz! Ancak, ferdlerin dâvâdan inhirafları (sapmaları) derecesinde onlardan çekiliriz! Bu da, orospu vicdanlar dünyâsında, en keskin fikir nâmûsu icâbı…”