21 Mart 2011 Pazartesi

EKSELANS! SİZ, “SÜNNÎNİN CÂFERÎYE ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” DEME MİSYONUYLA DA MI YÜKLENDİNİZ?



Laisizma, cumhuriyet, dembokrasi, kamalizma, modernizma ve revizyonizma, yehûdiyyet ve nasrâniyyet v.s. gibi beşerî ve felsefî bir takım İslâmdışı doktrin, ideoloji ve hatta mecâzî ma’nâda “dinleri!” tasdîk ve tahsîn eden ve gece gündüz bu îmânları ile zikre devam eden hükûmetler ve onların başları ve a’zaları, İslâmiyyet hakkında konuşub aslâ karar alamaz, hatta ağızlarını açıb konuşamazlar…
Alırlar ve konuşurlarsa “keenlemyekündür!.”
Bu konuşma, karar ve kânunlar, yok hükmünde, hiç mesâbesindedir; ve ancak şu halta yararlar ki, o da, dîn, mezheb ve mukaddesât gibi kıymetlerin kirli ve pis politika hesâbına kullanılması, harcanması, istismârı ve belli kalıplara dökülerek yahudilerin yapdığı gibi bu kıymetlerin de saptırılması, tahrîf, tağyîr ve tebdîl edilmesidir…
Adı geçen sistemler muayyen zamanlarda, içlerinden birini (beşerî bir dîn) hâlinde öne çıkarmış ve insanların ona tapmasını istemişlerdir. Bugün öne çıkarılan ve müslümanı gâvuru herkesi kendisine taptırmayı isteyen sistem “dembokrasidir!”
Bu dînin (ruhbân sınıfını) teşkîl eden siyâsiyyûn, ona, öylesine inanmış mü’minler istemektedirler ki, düzinelerce târif, cins, cibiliyyet  ve rengi de bulunan “dembokrasi!”nin lâteşbih (îmân esaslarına) aykırı bir iş aslâ yapılmasın!. Ona bir aykırılık görüldüğü zaman, hiç gecikmeden kürsüleri tokmaklar, hırıltı ve homurtularını ortaya dökerler ve hiç kimsenin hatırına da gûyâ eyvallâh demezler! Nerede olurlarsa olsunlar, bayram, seyrân, mâtem, anıt, tapıt, mozele, saygı duruş ve sunuşu, hacc yolculuğu, pentagon seyyahati, Kızılcahamam göbektaşı, kongre, meclis, kürsü, millete sesleniş, Abant toplantı ve bilmem nesi… Herkesi “dembokrasi!” dîninin “kutsal” ve “putsal!” esaslarına(!) saygılı olmaya anında da’vet ederler!
Halbuki, “İmân ve İslâm, adâlet ve hukûk, Allâh korkusu ve hesâb kitâb” gibi mefhumlar, korkudan ve arâzinin esâret modasında erimekden, kimsenin ağzına alamadığı ve Milletimize âid en temel ve kök, ecdâd emâneti en mukaddes kıymetlerimiz…
“Dembokratik ruhban sınıfının!” gece gündüz zikirlerine dikkat ediniz, aşağıya alacağımız şu sözler, onların en başda gelen ve her zaman ve mekânda tekrarladıkları en “kutsal” ve “putsal!” evratlarıdır:
“-Bu ve şu hareket ve sözler dembokrasiye aykırıdır, DEMBOKRASİYE ÎMÂNIMIZ TAMDIR, dembokrasiden aslâ geri dönülemez, DEMBOKRASİNİN MABEDİ MECLİSİMİZİN ÜZERİNDE HİÇBİR GÜÇ VE KUVVET TANIMIYORUZ, dembokrasiyi çarpıtanlar en büyük hâinlerdir, DEMBOKRASİ İLE MÜSLÜMANLIĞI AHENK İÇİNDE YÜRÜTEN TEK VE EN İLERİ, ÇAĞDAŞ, BATILI, BATICI ÜLKEYİZ; falan parti dembokrasimizi çıkmaza sokuyor, tek çâremiz ve tek kurtuluşumuz dembokrasiden aslâ tâviz vermeden yolumuza devâm etmekdir, dembokrasimizi daha sağlam temellere oturtmak içün ne lazımsa yapdık, yapıyoruz ve yapacağız; dembokrasi düşmanlarına bu memleketde yer olamaz, DEMBOKRASİNİN EN İYİ BALANS AYARI YAPILAN TÂMİRHÂNESİ DE BİZDEDİR, BÜTÜN DÜNYÂ İLE BÜTÜNLEŞMENİN VE GLOBALİZMANIN TEK YOLU DEMBOKRASİDEN GEÇER, dembokrasisiz bir Türkiye düşünülemez, dembokrasiyi rafa kaldırmak kimsenin haddi değildir, AB dembokrasimizin teminâtıdır, hoşgörü ve diyalogsuz dembokrasi olamaz, ABD ise dünyâ gemimizin dembokratik kaptanıdır, son nefesimize kadar dembokrasi savaşçıları olacağız v.s!”
Bu öyle beşerî bir dîn ki, bütün dinler bu dinin şemsiyesi, himâyesi, yardımı, ihsânı, atiyyesi, lutfu altındadır; ve hiç kimsenin kendi dîninin esaslarını dembokrasi dîninin esasları üzerinde görme hakkı yokdur! “Kamusal alanlar”, televizyonlu ve medyalı meydanlar, resmî topyekûn devâir ve şimdi de  İstanbul’un Halkalı Meydanı… Her yer dembokrasinin mukaddes mekânlarıdır! Ancak beyân etdiğimiz gibi dembokrasinin “böyyük mâbedi” dâima parlamento! Bazı dembokrasi mü’minlerine göre orası dembokrasilerinin KÂBESİ VE KIBLESİDİR de…
Her din, her mezheb, her îmân ve vicdan sistemi, her hüviyet (kimlik), dembokrasi dîninin “kutsal!” ve “putsal!” çerçeve ve tablosuna aykırı olamaz, onun şemsiye ve müsâadesi neden ibâret ve ne kadarsa, ancak o kadar bir kıvâma, keyfiyete ve hayat hakkına sâhib olabilir! Tek ve biricik (gâye) dembokrasiyi yaşatmakdır; ve geride kalan bütün dinler ve mezhebler, dembokrasinin lutfedeceği öğün ve insanlar ne kadarsa onlara râzı olmak ve onlarla hayatını idâme etdirmek mecbûriyyet ve mükellefiyyetindedir!

EKSELANSLARINA “SÜNNÎNİN CÂFERÎYE ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” DEDİRTEN MİSYONU, DEMBOKRASİ DÎNİNİN ANCAK BAŞKARDİNALİ YÜKLEYEBİLİR!
Bu i’tibarladır ki Bay Başvekîl Ekselânsları da, 16 Aralık 2010 târih-i efrencîsinde bir ilki tahakkuk etdirerek, İstanbul Halkalı’sında, Câferî vatandaşlarının takıyye gibi “Şiîlik şeâirinden olan o meşhûr MÂTEMİNE!” iştirâk eyler! Onlara, dembokrasi dininin belki de TAKİYYESİNE ittibâen nimetlerini ihsân eylemişdir! Onları bununla perverde ederek ve şemsiyesinin veya kanatlarının altına alarak, bir gurk tavuğun civcivlerini muhâfazası gibi sâhiblenmişdir… Bay RTE Ekselansları, bu işi hangi kelime-i Tayyibe ve Recebiyye ile edâ ve nidâ eylemişdir; ve tam bir Şia-Câferî-İmâmiyye-İsnâaşeriye-Humeyniyye ağzıyla, 5 ay sonraki “seçim-geçim!” oy avcılığı ve yatırımlarına da bakınız hangi frekansdan eklenmişdir:
“- Hiç kimsenin hiç kimseye, Sünni’nin Caferi’ye, Caferi’nin  Sünni’ye, Türk’ün Kürt’e, Laz’ın Çerkez’e, Acem’in Arap’a üstünlüğü yoktur ve olamaz.”
Beli Sultânımız, emriniz olur! Hadi “Türkün Kürde, Lâzın Çerkeze, Acemin Araba üstünlüğü yokdur ve olamaz!” vecizesini şuraya koyalım… Amma Müslüman Oğuz Türkü ile Pekeke’li Kürt ucûbesini nereye ve hangi “üstünlük”  noktasına oturtacağız? İkisinden de “vatandaşım var!” demeyi hadi inkâr et! “Benim adım Kamal!” deyû ortalıkda kanat çırpan politika piliçlerinin tüylerini yolmak kolay, amma “Bizim adımız Müslüman Oğuz Türkü!” Bizim tüylerimiz yok, kılımızın tekine dokunabilen erkekdir! Fâtih ve Yavuz gibilere “ATAMIZ!” demişiz, yollarına baş koymuşuz! Dileyen, “dembokrasi dîni!” adına isterse takıyyeden, isterse 5 ay sonraki sandık kumarının şevkinden, (Uzun Hasan) ile (Şah İsmail’in) şeyinden öpebilir!.
Ekselans! “Gene çakdın!” dediğin Alevî Gandi Kamal’dan 100 kat daha beter “çakdınız!” Buna “çakmak” da değil, müsâadenizle “çuvallamak!” desek ne buyrulur!?
Bay RTE Ekselansları, dembokrasi dîninin esaslarına azamî riâyet ederek ve meselâ Emnânımın Hospıtılonya Demokratik Cumhuriyyetinde “Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur ve olamaz!” diyebilirsiniz; ancak bunu, alâmeleinnâs ve Müslümanlara 1000 senedir vatan olmuş bir memleketde, hükûmet başı olarak aslâ söyleyemezsiniz! Dîni İSLÂM ve  mezhebi “EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAAT yani SÜNNÎLİK” olan bir FERD ise,  “Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur!” demek gibi bir nâneyi hayâlinden bile geçiremez!
Alevî Kamal’a “gene çakdın!” nâmeleriyle Kasımpaşa babalanmasına giren Bay Ekselansları, acaba kendi “ÇAKMALARINI!” ne zaman o kelley-i şerîfine çakacakdır?!
Karşımızdaki Bay Ekselansları, kim olursa olsun alenen şunu deyemez:
 “- Dembokratik iktidâr gemiciğinin dümeni bendedir, ben sizin babanızım hem de kaptanınızım, ben ne dersem o olur, şimdi keyfim Şii Câferî ağzıyla lâf etmek ve seçim yatırımı içün mavi boncuk dağıtmak ve canım da, Şii-Câferî-Humeynî dîninin itikâd esaslarını pompalayıp onların MÂTEMLERİNDE mâtem tutuyor rolleri ve numaraları çekmek istedi! Onun içün de, Sünnî kıymetleri ve mukaddesleri ile, Şii-Câferî-Humeynî kıymet hükümleri ve kutsîlerini, ben, dembokrasi dînime göre müsâvî kılar, aynı tezekden terâzim ve onun şeyden olan kefeleriyle tartarım!”
İşte Bay RTE, Ekselans! Alâmeleinnâs Halkalı Meydânından bunları diyemezsin!
Dersen, îmân ve i’tikâdında MATEM olan şii-câferî-humeynî vatandaşlarını eteklemiş, yağlamış ve reylerine sulanmışlığın zevkine dalmış; amma öte yandan da, îmân ve i’tikâdında MATEM olmayan beşde dört nüfûsu diri diri çiğnemiş olursun!
Hazret-i Hüseyin Radıyallâhu anh Efendimiz Hazretlerinin “Seyyidü’ş-şühedâ” rütbe ve makâmına ermesini, 14 asırdır hangi Sünnî (Ehl-i Sünnet vel cemaat) mensûbu millet, devlet ve hükûmet, MATEM yaparak ele ve dile almışdır?
14 Asırlık bu ana İslâm gövdesi, Nuh Aleyhisselam’ın tufandan, İbrâhim Aleyhisselâm’ın nemruddan, Mûsâ Aleyhisselâmın fir’avndan, Kâinâtın Fahri Alâ Ekmeli’t-tehâyâ Aleyhisselâm’ın Kureyş müşriklerinin zulmünden kurtuluşlarına; İdris ve Îsâ Aleyhimesselâm’ın göğe uruclarının bu mübârek günde olduğuna, Âdem ve Dâvud Aleyhimesselâm’ın zellelerinin bu günde bağışlandıklarına, İbrahîm Aleyhisselâm’ın bu günde doğduğuna ve İsmail Aleyhisselâm yerine koçun bu mübarek günde gönderildiğine ve bunlar gibi nice meserret verici mu’cize ve hârikaların hep bu Mukaddes 10 Muharrem’de vukû’ bulduğuna inanır; ve o günü aslâ MÂTEM olarak telâkkî edemezler ve bundan da Allâh’a sığınırlar…
 Sünnîlikde (mâtem) diye bir dalâlet ve sapıklık “yokdur ve olamaz…” Olacak olsaydı, Kerbelâ fâciasından sonra yıllarca yaşayan sahâbîler böyle bir âdet ortaya koyarlardı ki, buna aslâ rastlanılmamışdır, çünki Allâh Azze ve Celle’nin Mukaddes ve Muazzez Dini (Şerîatı) böyle bir bid’at ve dalâletden münezzehdir… Hele hele bazı şii bölgelerinde zincirler, hançer ve kılıçlarla reşid bile olmamış sabîlerin derileri, kafaları ve göğüsleri üzerinde kan-revân içinde tablolar çizmek, sonra da bunları dünyânın gözü önünde Münezzeh ve Mübârek İslâmiyet’e mâlederek irtikâb eylemek, terki âcilen şart ve farz, tasavvur ve havsala çatlatan menfî manzaralardır…

EKSELANSLARININ ÂBÂ U ECDÂDI ARASINDA 10 MUHARREM’DE MÂTEM TUTAN BİR TEK FERD YOKSA, BU OY AVCILIĞI VE DEMBOKRATİK SEÇİM YATIRIMINI KİM NASIL İZÂH EDEBİLECEK?
Bay RTE Ekselanslarının merhûm pederi, dedesi ve vâlide-i muhteremeleri Hanımefendi ve âbâ u ecdâdı içinde, acaba 10 Muharremlerde MATEM gibi bir dalâlete sapan bir tek ferd-i vâhid çıkmış mıdır?. Ekselansları, aceba (aslını) ikrâr etmenin zât-ı devletlerine bir zarar îrâs edeceği îmân ve i’tikâdına mı zâhib olmuşlardır? Aslını inkâr etmiyeceklerine göre, bu hâl ve keyfiyetin HALKALI meydanından değilse bile, Dembokrasi dîninin “mâbedi” olan bir yerin bir köşesinde izâhını yapabilecekler midir!?.
Haa:
 “-Ben, mâzideki âbâ u ecdâdımın sünnîliğinden utanır oldum!”
Denecekse, ona bir şey diyemeyiz! Böyle hesablara aklımız ermez!
“-Politik kâr devşirmemiz ve dembokratik dînimizin (seçim yatırımları) ruznâmeye gelince, biz her yer, mekân ve zamanlarda nabza verilecek şerbeti bilir ve oralarda başka hüviyete bürünerek bukalemunlaşır veya yıllar evvelin Turan Feyzioğlu’su gibi şerbetçi oluruz!”
Deniyorsa, Ekselanslarına, “O da dembokrasi dîninin bir icâbıdır!” deriz; amma, (îmân ve i’tikadlar)ımız mezuu bahs olan yerde, “dembokrasi membokrasi sökmez!” demesini de biliriz!
“Sünnînin (Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaatın) Câferî’ye üstünlüğü yokdur ve olamaz!” demek iyi cesâret ister!. “Câferîlerin Sünnîlere üstünlüğü yokdur ve olamaz!” demeyi de (Şii-Câferî-İmâmiyye-İsnâaşeriye-Humeyniyye) tâifesi yemez! Takılır!
Kim kime “üstün veya değil!” bırakın bunları, bunlardan size ne, herkesin îmân ve i’tikâdını herkes kendi bilir ve onu alâkadâr eder… Siz tapu kadastronun (ölçü) mühendisi misiniz, nesiniz?
Ekselânsları, Bağdad seferinde de akâid imamlığına soyunmuşlardı! Kendisini laik dembokratik bir düzenin İmam Hatib diplomasıyla İmâm-ı Mâtürîdî veya İmâm-ı Eş’arî gibi bir otorite görüb:

“- BEN NE SÜNNÎ NE ŞİİYİM, MÜSLÜMANIM!”
Dediği zaman da, “gayretullâh’a”  ve zülfiyâre dokunduğunu ve taşlara vurulan baltanın nasıl kör kütük yamulduğunu, beyn-i bâlâlara âh u enîn içre duyurmaya çalışmışdık! Bunda da, Mefhûm-ı muhâlifinden ibâre çözülürse, karşımıza akıl ve mantığa MATEM tutduracak (!) şöyle ifâdeler sökün eder:
“- Ne Sünnîlik vardır, ne şiilik! Müslümanlık vardır!”
Veya:
“-Sünnîlik de şiîlik de Müslümanlık değildir!”
Şiiler kendilerinin ne olduğunu bilir veya bilmez, bizi o alâkadâr etmez! Amma biz,  SÜNNÎLİĞİMİZİN İslâmiyyet’in ta kendisi olduğunu 15 asırdır Allâh’ı bildiğimiz gibi biliyoruz!
Buna “KAŞ YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK!” denir… Karşısında adam gibi (muhâlefet) olsaydı: “Gene çakdın!” deyib çakardı…
Hayâller, hülyâlar, nazariyeler, komplo teorileri, zorlamalar, takrîb-i mezâhib fantazyaları ve bilmem neler… Bunları kim yer? Ortada dağ gibi (vâkıa) var tosuncuklar! Siz 15 asrın üzerine “71’lerin muhtıracılarına başvekîl olan Şalcı Nihat Erim” gibi şal çekeceksiniz; ve o şal, her şeyi bir anda örtüverecek öyle mi?
Ekselansları, bu kafayla arz üzerinde T.C. denen mıntıkayı idâre ediyorsa, bu iş, demekdir ki Kasımpaşa’yı idâreden daha kolay ve rahat! “Gemicik”de kaptan olmak gibi bir nesne!.
“Dembokrasi ma’bedinin ruhbân sınıfında” ağızdan çıkanı kulak duymazsa, kısa devre yapar ve sigortalar atar!
“- Sünnînin Câferiye üstünlüğü yokdur ve olamaz!”
Derken, “Sünnî Fâtih Cennetmekânın Câferî Uzun Hasana, Sünnî Yavuz Selîm Cennetmekânın Câferî Şah İsmâil eşkıyâsına üstünlüğü yokdur!” denmiş olur…
 (Şii İran’ın i’tikadda resmî mezhebi “İmâmiyye veya İsnâaşeriye”, ameldeki mezhebi “Câferiyye” denen mezhebdir! Humeyni’nin i’tikad ve amelde mezhebi de bunlardır ve bu iki mezhebe âid i’tikadî ve ameli farkları ileride geniş ele alabiliriz. Ancak i’tikadî bakımdan “12 imamın”, peygamberlerdeki (ismet sıfatına) sâhib ve günahdan münezzeh olduğu, imamın kavlinin (sözünün) Kur’an ve sünnet-i mütevâtire hükmünde bulunduğu bütün dünyâca bilinmektedir. Humeyni’nin, Azerî şiîlerden Prof. Hüseyin Hâtemî’nin tercüme edib Ali Bulac’ın Düşünce yayınları 14 numara ile 1979 Nisanında basıb yaydığı kitabının adı “İslâm Fıkhında Devlet”dir. Bu kitabın 65. Sahîfesindeki 12 imam’ın makamları ile alâkalı ibâre de aynen şöyle: “Mezhebimiz gereğince bu manevî makamlara meleğ-i mukarreb ve nebiyy-i mürsel de erişemez.”
 Hazret-i Ali ile başlayan ve O’nun evlâdından gelen ve ehl-i sünnet i’tikadında ve sünnîlerin de baş tâcı olan bu 12 imamın makamları, Caferîyye (Humeynîyye) i’tikâdına göre 4 büyük meleğin ve bütün peygamberlerin erişemiyeceği kadar yüksek bir makamdır. Hâşâ ve Kellâ… Ehl-i Sünnet Ve’-Cemaat i’tikâdına göre mutlak küfür olan bu ibâre yapılan şiddetli tenkidlerden sonra müteakıb baskılarda kaldırılmış ve 2 satırlık yeri boş bırakılmışdır!!!
 Amelî olarak da, Caferî (Humeynî) fıkhında bir zevc, zevcesine ters tekarrübde bulunabilir ki, bu da –yüzbin hâşâ- onlarda helâldir! Ekselansları, müşâvirleri vasıtasıyla bu noktayı “Mustafa İslâmoğlu’nun” denen adamın Humeynî severliğinden ve onun internet konuşmalarından tedkîk etdirebilir; ve böyle sapık ve iğrenç bir tekarrübün, sex manyağı Baltık ülkeleri ve inek sidiği içerek ruhlarını yükselten hindularda bile görülmediği nazara alınırsa, ne kadar sünnîliğe “ÜSTÜNLÜK” vesîkalayacağı resmen ve alenen görülmüş olur! Ekselansları, bu noktada “takiyye” çukuruna düşmeden tedkiklerini sürdürürlerse, isâbet buyurmuş olurlar! Rize menşeli olan Ekselansları, âbâ u ecdâdının bu kabil yüzlerce hatta binlerce i’tikâd ve amelde Câferîlere üstün olmadığını acaba söyleyebilecek midir?)
Ekselansları, şu haberi de okurlarsa, belki “gemicik” vezninde bir “nebzecik” mütenassıh, mütenebbih ve mütenevvir olabileceklerdir:
“Azerbaycan'da yayınlanan /313NEWS.NET/ internet sitesinin bir forumunda şu soruyu gördüm:
"Qardaşlar!.. İmam Ali'nin (aleyhisselâm), hilâfeti gasb etmiş 3 kâfire beyat edip etmediği hakkında Şia menbalarında (kaynaklarında) malumat (bilgi) var mı? Eğer bu barede (mevzuda) malumatı olan varsa, geniş şekilde ve menbalarını yazarak, kömeklik göstermesini (yardımcı olmasını) hâhiş ederim (isterim)." (M.Ş.Eygi-20.12.2010)
İlk 3 halifeye “kâfir” diyecek kadar dinden çıkan ve azan adamlara dikkat! Takiyyeciler takunya ile “tak tuk!” sesli yürümezler! Amma bazıları da, demekki “havlayarak” sesli ve gürültülü yürüyebiliyorlar! Daha doğrusu meydanda yardakçılar, yalakalar ve meddâhîn de buldular mı, artık seyreyleyin acem palavrasının binini bir paradan!

İBRAHİMÎ DİNLER UYDURMASI VE SÜNNÎ İLE CÂFERÎ ARASINDA ÜSTÜNLÜK YOKDUR DEMELERLE, İSLÂMİYET, SULANDIRILIB GLOBALİZMANIN YOLU AÇILMAK HEDEFLENİYOR…
Asr-ı Seâdet’den beri gelen “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat yani Sünnî mezhebler” ile, ismet sıfatını hâiz ve haramı helâl ve helâli haram yapma salâhiyyetindeki “Âyetullahların” elinde her asırda değişen İran şiiliği-YANİ imâmiyyesi ve câferiyyesi-YANİ Humeyniyye’sinin, biribirine “ÜSTÜNLÜĞÜ YOKDUR VE OLAMAZ!” dendi mi, 14 asırdır aralarında îmânî ve amelî bakımdan apayrı iki dîn kadar fark olan bu iki çizgi ve istikâmet (aynı kıymetde) ele alınmış olur ki, bunu, dembokrasi dîni kabûl etse de, ne Sünnîler ve ne de Câferiler kabûl ederler…
 Kimin kime üstünlüğünden kime ne, sana ne Ekselansları! Sünnînin kime üstün olduğunu sen ta’yîn edemezsin!. SÜNNÎ, kendi kıymet hükümleri ve îmân ve amel terâzîsiyle bizzat kendisi tartar ve hükmü o verir… Câferî de, Vehhâbî de, Mu’tezile de, Havâric de, Mürcie de, Mücessime de, Müşebbihe de, İsmâiliyye ve Zeydiyye de, hulâsa 14 asır içinde peydahlanan topyekûn (fırâk-ı dâlle) de, kendi îmân ve amel terâzîleriyle tartar; ve onlar da kendi kıymet hükümlerine göre bir görüşün sâhibidirler…
Vatikan-Pensilvanya hattına “İbrâhimî Dinler!” masalıyla “Müslümanlığın, Yehudiyyet ve Nasrâniyyet’e üstünlüğü yokdur ve olamaz!” bâtılı ve dalâleti ve “Vatikan misyonu” yüklenir ve millete zerk edilirken; Ekselanslarına da, “Sünnîliğin Câferîliğe üstünlüğü yokdur ve olamaz!” misyonu yüklenmiş görünüyor… Yeter ki Müslümanlık gibi (mutlak hakîkat), Yehûdî globalizmasının önünde Çin Seddi olmakdan sökülüb atılsın!
Hani “bütün iman ve inançlara hürriyet getirilecek ve herkes vicdânında hür olacakdı!?”
 Otoyol, köprü, toki moki, baraj, maaş, fındık-fıstık taban fiatları v.s. gibi oyuncaklarla millete hizmet olmaz! Îmân bulanıb sulandı ve millet, şahsiyet ve asliyyetini kaybedib, millet olmakdan çıkdı da  ulus (yahudice sürü demek) hâline geldi veya getirildi mi, işte o zaman, her yeri mafyalar, bombalar, ergenekonlar, diplomalı eşkıyâların soygun ve vurgunları, rütbeli talanlar, uyuşturucu ve fuhuş birlikleri v.s.ler, domuz gribinden bin beter kırar geçirir; ve beyin kanseriyle ruh şizofrenisi de, ne millet bırakır, ne devlet ve ne de hükûmet-i Cümhûriyye! Merhûm Üstâd Necib Fazıl Beyin ta’bîriyle “Ölü yüzü pudralamakla!” hiçbir halt edilmiş olamaz!
Evet, Ekselansları!
Bu rezâletleri hangi “hürriyetlerle!” kâbil-i te’lîf edeceğiz? Karışmayın milletlerin dînine, îmânına arkadaş!
 İnsanların mezhebinden size ne?. Hindu, Nirvana’sına kavuşmak içün ineğin idrarını içiyor, kime ne?. Siz dembokrasinin idrârını içseniz veya içiyorsanız bize ne?..
Vay “toplum mühendisleri” vayyy! Millet CHP zulmüyle yarım asır inlemişken, şimdi de AKP’nin sinsi ve samanaltılı, samanyollu, “açılım, saçılım ve katılım!” gözboyamalı zorbalıkları!
Sorarlar adama, “ipler kimin elinde, misyon nereden?”
Kovadis!
Yüzünüze gözünüze bulaştırmanın ne olduğunu size hiç mi söyleyen yok?. Târihde geçiyor hani, Endülüs tarafının bir sultânı “düşmanlarımıza dost olalım!” demiş! Onlara dost olurken, dostlarının dostluğundan olmuşlar, bir de düşmanlarının dostluğunu kazanamamışlar! Netîcede Moskof torpili gibi ortada kalakalmışlar ya hani!.
Ekselansları böyle hikâyeleri hiç duymamış gibiler!!!
“Kırk yıllık Yani olur mu Kânî!” dendiğini de…

OSMANLI ECDÂDIMIZI 500 YIL, HER GARBA YÖNELİŞİNDE ARKADAN VURANLARI UNUTMAK, HEM ECDÂDA İHÂNET, HEM DE İBRET ALMAMAK VE SIRTA SAPLANACAK HANÇERE RIZÂ GÖSTERMEKDİR… BİLGİLERİNİZE!
MÂTEMLER ve sâireler… Meşhûrdur: “Ali’ye mahabbetden mi, yoksa Ömer’e buğzdan mı? Üzüm yemek içün mü, bağcıyı dövmek içün mü?.” Tosuncuklar! Az tamah çok ziyân da getirir!. Sünnî oyları yetmedi, şimdi sıra, şii oylarını da bunlara zammedib oy avcılığı ve misyon edâsına mı geldi?!
 Ateşle oynuyorsunuz!
 1400 senedir İslâmiyyet’in içinden çıkarılan bir zümreye “Hüseyn!” dedirtilerek sünnî düşmanlığı yaptırılıyor; ve bu, her yılki MATEMLERLE 1400 yıldır, 1400 kere tekrarlana tekrarlana tâze ve ayakda tutularak, düşmanlık diriltilib sivriltiliyor… Hebennakalığın âlemi yok, sizler de yangının üzerine su dökecekken, HALKALI meydanından hamâset dolu yalakalıklarla benzin püskürtüyorsunuz!
 Îmânlarının 6 şartından birisi (takiyye) olan bir millet, şunun bunun meddahlığı ve yalakalığı ile sünnîleri “yezid” görüb “yezid” bilmekden vaz mı geçecek, a safdil oy avcıları ve 5 ay sonraki seçimin sandık tavcıları?
Ne kadar onlara yalakalık yaparsanız yapın, Osmanlı ecdâdımızı bütün târihi boyunca arkadan vuranlar, sizi de arkadan vuracak ve o zaman beş karış tepenizde dolaşan “seçim sarhoşu” aklınız başınıza gelecek, gelecek gelmesine de, iş işden çokdaaan geçmiş olacak ve son pişmanlık da fâide vermeyecekdir!
Bu mâtem denen dalâletlerle ortaya konan, Seyyidü’ş-şühedâ İmam Hüseyn ve Ehl-i beyti sevmek mi, yoksa O Büyük EVLÂD-I RASÛL üzerinden, başda sünnî dünyâsı olmak üzere bütün dünyâya kin ve nefret tâzelemek mi?
Bunu görmeyen körlere Allâh hidâyet ve buradaki târihi vâkıayı da kulaklarına küpe eylesin ki, aşağıda, (Y.B.Bakiler’in 19.12.2010) târihli yazısıyla nakletdiği işte o çarpıcı hakîkât:
"1918 yılında, bizim silahlı kuvvetlerimiz, Nuri Paşa kumandasında Bakü’ye girdiğinde, şiilerin 10 Muharrem âyinine şâhit olmuşlar. Nuri Paşa:
-Yahu niye başınıza-gözünüze vuruyor, dövünüp duruyorsunuz? diye sormuş.
-Paşam Hz. Hüseyin’in şehid edilmesine ağlıyoruz.
-Öyle mi? Allah Allah? Hz. Hüseyin ne zaman şehid edildi?
-1237 sene önce şehid edildi Paşam!
-Hayret! Hz. Hüseyin’in şehid edilme haberi Bakü’ye ne kadar geç gelmiş! Siz çok mu seviyorsunuz Hz. Hüseyin’i?
-Çok seviyoruz Paşam! Onu ölürcesine çok seviyoruz.
-Memnun oldum! Memnun oldum. Şimdi Hz. Ali’nin de, Hz. Hüseyin’in de yattığı yerler İngiliz gâvurunun elinde. Hepinizi silahlandırıp Bağdat’a göndereceğim. Gideceksiniz savaşarak, o mübarek topraklardan, İngilizleri kovacaksınız. Anladınız mı?
Nuri Paşanın bu açıklamasından sonra, meydanda on kişi bile kalmamış. Gâliba bize yeni Nûri Paşalar lâzım!”
Evet, Nûri paşalar lazım!
Bir de, İslâmiyyet’in, vatanımızda yasaklanışına son verilmesi, vatanımızın üzerindeki yahudi-haçlı işgâlinin parçalanması ve sünnîlerin hürriyetlerine kavuşması lâzım… Bu üç ana noktadaki muvaffakıyyet ortaya çıkmadan, sünnîlere her gün başka bir mâtem!!!
Son sözü Rahmetli Büyük Üstâd Necib Fazıl Bey’e söyletelim:
“- Biz, dâvâmızdan ne döner, ne de kıblemizden milyarda bir derece fedâ ederiz! Ancak, ferdlerin dâvâdan inhirafları (sapmaları) derecesinde onlardan çekiliriz! Bu da, orospu vicdanlar dünyâsında, en keskin fikir nâmûsu icâbı…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder