DÎNİ VE ONUN DEVLETİNİ YOK ETMEK İÇÜN, DÎNİ DEVLETDEN TEFRİK FİTNE VE DİNSİZLİĞİ ORTAYA ATILDI…
Fransız ihtilâlinin dinsizleri tarafından uydurulan ve (laicus) lâfzı ile haçlı literatürüne geçirilib DÜNYÂ’YA ve bilhassa da memâlik-i Osmâniyye’ye ihrâc edilen ateist devlet felsefesi, “dîn ile devleti ve hattâ dîn ile dünyâyı ayrı kabûl etme!” şirk ve sapıklığından başka bir şey değildi. Bu felsefeye i’tibâr eden Tanzîmâtçı ve batıcı Osmanlı dinsizleri, Müslümanların başlarında taşıdığı gerçek âlim ve mürşidlerin irşâd, tebliğ ve emr-i ma’rûf faaliyetlerini aslâ hazmedemez ve hoş göremezdi. Fransız ihtilâli meczub ve artığı dinsizler için bütün ulemâ ve dergâh faaliyyetleri durmadan levmedilmeli; ve bu faaliyetler öyle ta’birler uydurarak ifâdeye çalışılmalıdır ki, bunlar, Allâh’ın dînini sulandırıcı, hafife alıcı, müslümanları suçluluğa itici ma’nâlar taşısın ve bu hâliyle de dünyâya yayılsın!. Bunun herkese ma’lûm olan en meşhûr lâfzı, bilindiği gibi “irticâ” olarak işletilmişdir…
Bunula beraber bugün, bu hedefi “siyâsî İslâm” lâfzından ibâret politik ve ucûbe bir uydurma ile de ifâde etme ıkınışları başlamışdır… Böylece zihinlere:
“-İslâmiyyet’i, sâdece ibâdet ve belli merâsimleri olan, protestanlık benzeri ve devlet ile dünyâ işlerinde aslâ söz sâhibi olmaması i’câbeden bir dîn!”
Olarak kabûl etdirme şeytanlığını yerleşdirmek…
Ne kadar şâyân-ı esefdir ki, bugün eli kalem tutan nice müslüman bilinen zevât, bu incelikleri yakalamakdan ziyâde mahrûm bulunuyor. Müşriklerin birer psikolojik silâh olarak üretib bize karşı kullandıkları bu kabil nice ta’birleri, salakça isti’mâl etmekde hiçbir beis de görmemektedirler… İslâm’ın başına bir sıfat getirerek onu ifâde etme fitne ve alçaklığı, topyekûn dünyâ münâfık ve müşriklerinin Müslümanlığı bir tahrif ve yamultma taktiğidir…
Netîceten hedefleri de, Müslümanları bu kabil ta’birlerle kategorize ederek sınıflara ayırıp bölmek, biribirleriyle boğuşturub ifnâ etmek…
İslâm’ın 15 asırdır yaşanan bir tek şekli olmuşdur. Ona da ulemâ-yı İslâmiyye ve onun son temsilcileri bulunan ulemâ-yı Osmâniyye:
“Ehl-i sünnet ve’l-cemaat Müslümanlığı” demişdir…
Bunun dışında olduğu hâlde (Müslümanlık kelimesinin başına) sıfat olarak kondurulan bütün uydurma kelimeler ve bunlarla yapılan sınıflandırma ve kategorilere ayırmalar, Allâh’ın Dînini yıkmak, bölmek, parçalamak ve binnetîce yok etmek hedefine ma’tuf bulunmaktadır ve böyle bilinmelidir…
Müşrik ve münâfıkların uydurduğu:
“-Ilımlı İslâm, siyâsal İslâm, Kur’an Müslümanlığı, geleneksel İslâm, Türk Müslümanlığı, global İslâm, mezheb Müslümanlığı, modern İslâm, hoşgörü-Gülen-diyalog Müslümanlığı, Arap Müslümanlığı, hadis Müslümanlığı, akıl Müslümanlığı, cumhuriyet Müslümanlığı, sosyal İslâm, târihsel İslâm, nur Müslümanlığı, ruhçu İslâm, alevî Müslümanlığı, emevî Müslümanlığı, v.s…”
Gibi nesnelerin topu da, müslümanlıkla alâkası olmayan; ve münâfık ve müşriklerin müslümanlığı sulandırmak ve bulandırmak içün ortaya atdıkları bölüp parçalayıcı ve yok edici kasdî ve katagorik uydurmalardır…
Nice ehl-i sünnet ve’l-cemaat dergâh ve cemaatlerinin ta’kibçisi olduğu İslâmiyyet îmân ve telâkkîsi, aşağıda zikredilecek iri başların ve gürûh-ı lâ yüflihûnun teşkîl etdiği mihrâklar elinde kategorilere ayrılmışdır. Bu kabil iç fitne mihrakları ma’rifetiyle Müslümanlığı ortadan kaldırmak üzere, devlet ve rejimler yıkılıb yerlerine bu istikâmetde işleyecek tamâmen dış güdümlü “laik” rejimler ihdâs edilmişdir…
Şimdi bu işleyişleri biraz daha yakından ta’kîb edebiliriz…
MÜTEVEFFÂ BAY BAYAR’IN AĞZINDAN KAÇIRDIKLARI,
ÇOK, AMA ÇOK ÇOK MÜHİM…
Bervechi âtî, yarım düzineye yakın “zerdûz palan vurulmuş!” adam zikredilebilir ki, bunların, 15 asırlık Müslümanlığın Türkiye ve hattâ Dünyâ’dan kökünün kazınması içün, arzın ana merkezlerinden kumandalı olarak uygun adımlarla yürütüldüklerinde zerre kadar şübhe edilemez…
Şimdi çok dikkatli olunması i’câbeden noktadayız ki o da, bu faaliyyetlerin asıl kararları nerede ve nasıl alınmış ve kimlerle yürütülmesi hükme bağlanmışdır?
Heman beyân ederiz ki, 3. Şef müteveffâ Cim Bayar’ın iki mühim ifşaâtı vardır:
1) Anadolu’nun işgâli senaryolarının icrâ edildiği yıllarda “Gâlib Hoca” nâmı ile milletin hissiyâtına ŞERÎAT’dan balans ayarları yapanlardan biri olan mumâileyh, müteaddid defalar ve muhtelif zamanlarda şu korkunç sırrı ağzından kaçırmışdır:
“-Biz, Lozan’da verdiğimiz söz gereği, Türkiye’den İslâmiyyet’i tamâmen kaldıracağız!”
2) Gene aynı şef, bu işin usûlünü de müteaddid yerlerde söylemiş ve bunlar matbuata intikâl etmişdir. Türkiye’den Müslümanlığın kaldırılacağı kararından sonra bu işin nasıl ve hangi usûl (metod) ile yapılacağı ise 3. Şef Bay Bayar’ın dilinde şöyledir:
“-Biz bu işi mihrabdan halledeceğiz!”
Mihrabdan halletmenin de iki ana yolu ve kolu vardır: 1) Diyânet İş. Başk. 2) Diyânet’e taze kan pompalayacak imâlât tezgâhları yani mektebler… 1946’da açılan Ank. “İlâhyapyat” fakültesinden sonra da, ard arda açılan okul (mekteb), enstitü ve fakülteler…
Bütün câmi, mescid ve namazgâhlar, topyekûn imâm, müezzin, kayyım, vâiz, müftü, müsevvid v.s ne varsa, kuzuların kurda teslim edilişleri kabilinden, artık laik-jakoben-ateist düzenin çobanlığına veya gardiyanlığına emânet edilecekdir…
“Lozan’da verilen söz i’câbı Müslümanlığın ortadan kaldırılması!” misyonu verilen D. İşleri Başkanlığı (DİB), bunu da (laiklik) perdesi altında yürütecekdir!. (Mücerred Müslümanlığın) memleketden kaldırılması, silinib süpürülmesi, onun, devletin pençeleri arasına bu şekilde teslim edilmesi ile tereyağından kıl çeker gibi tahakkuk etdirilivermiş olacakdır… Millet de zannedecekdir ki, DİB denen ve “Tapu Kadastro Müdürlüğü” gibi bir devlet dâiresi, Müslümanlığı ihyâ içün var olan bir nesnedir!. Halbuki ihyâ içün değil, apaçık imhâ içün vardır!. Bazı saftirik, duâyen ve duâhan yazar-çizerlerimiz, başları sıkışınca:
“-Bu işe DİB çâre bulmalı, el atmalı, şu tedbirleri almalı, ezanları güzel seslilere okutmalı, câmileri parlatmalı, imamları zıplatmalı!”
V.s. kabilinden boş ve kof lâkırdılarla, o Yardakoğlugiller familyasından istimdâd ve meded dilenib duruyorlar!..
İşte Lozan’da verilen sözün üzerinden bir sene geçer geçmez, DİB, 1924 de kurulmuş ve icrâ-yı faaliyyete başlamışdır. Buranın ne içün ihdâs edildiğinin bin türlü isbâtı varsa da, makâlemizi uzatmamak içün bir tek şu hücceti nakledebiliriz ki, Diyânet denilen yerin hangi iş, maksad ve misyon içün kurulduğunu; ve 84 yıldır da neler yapmakla mükellef ve muvazzaf bulunduğunu, bir zamanlar Erbakan’ın cumhurbaşkanı namzedi de olan ateist Prof. Mim Soysal, televizyondan bütün cihâna kelimesi kelimesine; ve “semen-i kalîl” peşindeki (bazı sarıklı leş kargaları) gibi de aslâ kıvırtıb kuyruk oynatmadan ve som bir hakîkâtın da ifâdesi olarak aynen şöyle beyân etmişdir:
“-DİB, DÎNİN, CUMHÛRİYET İLKELERİNE UYGUN OLMASINI SAĞLAYAN BİR KURUMDUR…”
İşte aşağıda esâmîsi zikredilecek 5-6 ana damarın veya kliğin veya mezhebin hatta bir partinin; ve onların başlarına geçirilen kimi sarıklı, kimi külâhlı, kimi sakallı, kimi salya sümük ağlamaklı, kimi küfürbaz ve boynu yularlı ve kimi de mücâhid etiketli adamların asıl fonksiyon ve icrâatları, Lozan’da verilen sözün icâbını, (müslüman görünerek) yerine getirmekdir…
En salâhiyyetli ağızlardan çıkan sözlerin delâletine bakılacak olursa, bedâhaten ortadadır ki, zikri muharrer adamlar ayrı ayrı mihraklara bağlı çalışıyor görünseler de, bütün o mihrakların, beş-on kademe sonra piramidin tepesinde birleşdikleri îzâhdan vârestedir…
Ve bu, kaleyi içden fethetme operasyonu, ergenekon veya illimünatiye yakın veya uzak veya ayniyyet hâlindeki yapısıyla da, Müslümanlık ılımlılaştırılıncaya, protestanlaştırılıncaya, dört rahmânî mezhebin yerine 444 şeytânî mezheb yerleştirilinceye kadar devâm edecekdir… Çünki global piramidin tepesi, 1500 senedir yaşanmış ve tamâmen asliyetini muhâfaza etmiş bir Müslümanlığı, yolu üzerindeki en büyük Çin seddi olarak görmekde; ve bütün hükûmetler, maarif, askeriyye, istihbârât, adliye, sendikalar, üniversiteler ve medya, v.s sistemleri ile, bu istikâmete hizmet etmek üzere ayarlanmışlardır… Bir başka ta’birle Osmanlı’nın tasfiyesi, bir başka ve daha yumuşak usûllerle hızlanmış olarak hâlâ devâm etdirilmektedir… Hem de “müslüman!” görünenlerin ma’rifetiyle…
ABDULLAH CEVDET MASKARASININ İCTİHAD NÂM MECMUASINDAKİ BİR YAZI
1. ŞEFİ TAM TESHÎR ETMİŞ!
Bu noktada son derece mühim bir vâkıaya da temâs etmeden geçemeyiz. Bütün bu tasfiyenin yekûn hânesini nasıl görebiliriz?.. Burada bir intâk-ı hakk ruznâmeye girecek ve Âhıret’e kalan pek büyük bir hesablaşmanın i’tirafçılığına, daha dünyâda rastlıyacağız… Bu nâmütenâhî i’tirâfın ne ifâde edip neye fâidesi olacağına ise, mücerred Allâh Azze ve Celle mutlak adâletiyle hükmedecekdir!
İşte “Kurtarıcı ve yokdan ulus yaratdığı” kabûl edilen ve arapçadan ârî bir isme sâhib olmak üzere bir ara adını “Kamal” da yapan 1. Şef Paşanın, dehşet saçan inkilâbları hakkında bizzat kendi i’tirafçılığı:
“-1910′larda Abdullâh Cevdet maskarasının İctihâd’ında (yani Abdullah Cevdet’in İctihad isimli mecmuası kastediliyor) bir yazı okumuşdum. Milletlerin maddî ve ma’nevî varlıklarından bahs ediyordu. Alman mütefekkiri Ludwig Büchner, ma’nevî boşlukları doldurulmamış, beslenmemiş milletlerin, hangi maddî seviyede olursa olsun, bir gün çökeceğini anlatıyor ve isbatlıyordu. “Târihten, zaferlerden, büyük adamlardan mahrum milletler, maddî imkânları geniş olsa da, ciddî bir sallantıya dayanamazlar, çöküp giderler!” diyordu… Birdenbire düşündüm, ‘LAİKİZ..’ dedik, dinle alâkamızı devlet olarak kesdik… ‘CUMHÛRİYETİZ..’ dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için SALTANAT devrini kötüledik… KAZANILMIŞ BÜYÜK ZAFERLERİ bile birkaç satırla geçiştirmeye kalkışdık… LÂTİN HARFLERİNİ aldık, yeni nesilleri binlerce yıllık TÂRİH hazînesinden mahrûm bıraktık.” (Ruşen Eşref Ünaydın anlatıyor-16 Kasım 1974 Târihli Milliyet, İsmet Bozdağ)
İşte bir cumhûriyet i’tirafçılığı… Hem de cumhûriyetin bânîsi ve “yokdan millet yaratdığı” söylenen, kimi cumhuriyetçiye göre “Türkün peygamberi”, kimine göre “sarı saçlı mavi gözlü tanrı” Kamal Atatürk’ün i’tirafları…
“Cumhuriyet mitingleri!” ve “atam” nutukları ile 80 yıldır milletin ensesinde boza pişiren ve “Atatürkçüyüz-Kemalistiz” uydurmalarıyla bu milleti soyup soğana çeviren ve şamaroğlanı yapan Ankara hortumcuları, bu i’tirafları acaba neden dillerine bir mikroncuk kadar bile alamazlar; ve binlerce târihî hakîkatları milletden sakladıkları gibi, köşe bucak neden bunları da gizlerler ve halkın duymasından da ödleri kopar ve şiddetle korkarlar?!…
Kâinât târihinin en galiz kataküllileri 1908’den beri ANADOLU yaylasında oynanmaktadır. Bunlar, Selânik dönmeleri adına ve hesâbına ve Müslüman Oğuz milletini de gebermişçesine uyutmak üzere, daha binlerce târihî vesîka gibi gün yüzüne çıkartılmamaktadır…
Bu uyutmanın yegâne devâm çâresi ise, işte yazımızın başından beri bahis mevzuu etdiğimiz, İslâmiyyet’in reformize, deformize ve modernize edilerek, 1. Şefin i’tirâf etdiği gibi:
“-Dinle alâkayı devlet olarak kesmek…”
Asıl Bayar’ın i’tiraf etdiği gibi:
“-Lozan’da verdikleri söz mu’cebince Müslümanlığın ortadan kaldırılması…”
Aşağıda 5-6’sına işâret edeceğimiz bugünün yahudi-haçlı güdümlü kelleleri ve etraflarındaki binek ve i…leri, işte ne içün bu kadar hırs ve gözü dönmüşlükle ihânet planları içindedir, zerre kadar îmân ve aklı olanlar, bunları ibret, dehşet, nefretle ve iğrenerek görecekdir…
HALTIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ (HYP) BAŞKANI MA’LÛM İLÂHYAPYATÇI KAŞAR BEY’İN DIŞDAN KUMANDALI DEMBOKRATİK DANSÖZLÜKLERİ!
Son aylarda ve bilhassa mübârek Ramazan’larda, televizyon dansözü hâlinde oryantalist kıvırtmalarla ortalığı kokutub telbis ve telvis edenler, hınzırvârî ciddî bir üreme ile tepişmeye başladılar… Bunların başında da, o hayâsız (Kaşar Nârî) şirreti baş çekmekte.. Kendisine, karanlık ve kıtalar ötesi izbe localardan verilen vazîfelerini yerine getirmek içün, o kanalizasyondan ötkine sürtüklenip durmaktadır…Şirret, (denâet işlerinde) muvazzaf veya oradan mütekâid birkaç mezhebsiz ve vehhâbî münâfığını da kendisine yandaş yaparak, neredeyse ekip hâlinde ortalıkda dolaşıyor!. Ancak şeytanî kibrine ve şirretliğine “eyvallâh” diyecek (mezhebsiz-teymiye) mürîdi (Mayındır) gibi heriflerle de çabucak bozuşmadan edemiyor!
Kaşar-Şaşar nâm İblis, iblisliği i’câbı İslâmiyyet’i ikiye bölmekde ve reklâmını yapdığına “Kur’ân Müslümanlığı!”, yerip aşağılayarak yerin dibine geçirmek istediğine de “Emevî Müslümanlığı!” adını takmakda; ve bu ikisini de zıt kutublar hâlinde çarpıştırmanın İbni Sebe gibi ifsâd, fitne, ihânet, katakülli ve ıkınışı peşindedir… Ve şirret, şirdenine ve hevâ ü heves ve nefsine uygun yepyeni bir dîn icâd ederek, kendi heykelini de dünyâdaki diğer sokak heykellerine zammetmenin; ve megalomanlık isterilerini tatmin edip kendisini vazifelendiren mooncu ve koloncu birilerinin dolarlarını cebine indirmenin üçkağıtçılığı ve işportacılığı peşinde…Karşısına kim çıkarsa, hatta 15 asırlık İslâm târîhinden hangi âlim ve dînî şahsiyet diline düşerse, en adî hakâret, kara çalmalar ve ahlâksızlıklarla üzerine giderek… Sanılır ki, Müslümanlık adına ondan başka konuşmaya sâhib-i salâhiyyet bir tek adam dünyâya gelmemişdir ve gelmiyecekdir! Hatta Kâinâtın Fahri Peygamberler Peygamberi Rasûl-i Zîşan Aleyhisselâm bile, hâşâ ve kellâ “bir postacıdır, posta kutusuna kitâbı bırakmış ve işi de bitmiş ve gitmişdir!”
Dolayısıyla artık meydan, bu megaloman şirrete kalmışdır; ve ondan başka da hiç kimse 15 asırdır bu dîni ne anlamışdır ve ne de bilebilmeye muktedir olabilmişdir!
ŞORTLU, MAYOLU VE DONLU-DONSUZ KAYIKÇI KAVGALARI!
Haltettin Karamânî Molla’nın yetiştirmelerinden bu (Kaşar Nârî)nin, eylülün son haftalarında çıkdığı Mülke tv’deki T.G denen nevzuhur mikroorganizmanın programlarında, her zamanki şirden şirretliklerini apaçık gaseyân etdiğine bütün dünyâ da şâhit olmuşdur...
15 asırlık Müslümanlığı bu kadar levm ederek aşağılayan bir adamın, müslümanlığından değil; ancak azılı bir (İslâm düşmanlığını) “Kur’an Müslümanlığı” perdesi ardından ve sûret-i hakkdan görünerek sürdürdüğünden bahsedilebilir… Bütün gâyesi, eline verilen yol haritası mu’cebince mücerred “ehl-i sünnet ve’l-cemaat” mezheb ve turûk-ı aliyyesine ve topyekûn 15 asırlık İslâm ulemâsına en iğrenç bir külhanbeyi ağzıyla hakâretler edip küfürler yağdırmak; ve onları İslâm’ın dışında göstererek ademe mahkûm etmek münkirliğidir… Yani tek kelimeyle azılı İslâm düşmanlığı…
26-27 eylül târihli (Maber Mürk) ekranlarında da, aynı münkir edebsizliği apaçık irtikâb etmekden zerre kadar hayâ da etmemişdir… Surat Yardakçı’nın:
“- Denize şortla girmeniz ehl-i sünnete göre câiz mi?”
Şeklindeki suâlini üç kere tekrarlamasına rağmen de, her zamanki tophâneli ağzıyla cevâb verememiş ve sâdece:
“-Bırak onları, neye göre?”
Gibi aşağılayıcı, minder dışına kaçıcı, kıvırtıcı ve kıytırık pozlara bürünerek, her zamanki höykürüşünü sergilemişdir…
Yardakçı’nın:
“-Ömer Nasuhi Bilmen’in eserlerinde apaçık yazıyor!”
Deyişine de, edebsizlik ve küfürbazlıkdan başka hiçbir ilmî tarafı olmayan tophâneli ağzıyla ve durmadan zehir kusan yalama diliyle de aynen şu iğrenç hakareti savurmuşdur:
“-Ömer Nasûhî’nin kitablarında tonlarca hurâfe var!”
İşte biz bunun içün, bu kabil cumhurlob eşirrâsının ahlâksızlığına “şirretin şirdenî şirretliği!” demeden edemiyoruz!
TANRISI UÇKURU VE DOLAR OLAN KAŞAR, KENDİ ÎMÂNSIZLIĞINI KÜLLEMENİN FORMÜLÜNÜ DE BULMUŞ: 15 ASIRDIR ÂLİMİNDEN CÂHİLİNE BÜTÜN HERKES HURÂFECİ…
Merhûm Ömer Nasûhî Efendi, son Osmanlı ulemâsı içinde edeb, hayâ ve tevâzuu ile tanınmış ve muhalled eserler vermiş bir zât-ı muhteremdir. Onun fıkıhdaki ilmî kıymeti ve yüksekliği bugüne kadar hiç kimse tarafından böylesine bir edebsizlik ve hayâsızlıkla hakârete uğramamış ve dünyâya höykürülmemişdir. Her insan gibi merhûmun da noksanları ve hataları bulunmuş olabilir. Fakat onun ilmî şahsiyyetine bu derece hakâret etmek, kendini bilen, aklı başında, edeb ve terbiye sâhibi bir şahsın aslâ tenezzül edemiyeceği aşşağılık bir derekedir… Hemen her müslümanın evinde Merhûm Ömer Nasûhî Efendi’nin “Büyük İslâm İlmihâli” bulunmakda; ve milyonlarca insan bu kitabın rehberliğinde ilmihâl bilgilerini öğrenib ibâdetlerini edâya çalışmaktadır. Dolayısıyla “onun kitablarında tonlarca hurâfe var!” diyen bir adam, bu milyonlara da aynı hakâreti revâ görerek “tonlarca hurâfe içindesiniz!” demiş olmaktadır ki, böyle iğrenç bir hakâret manzarası çizmeye, zerre kadar îmânı, insanlığı ve ahlâkı olan bir müslüman aslâ cür’et edemez…
Ömer Nasûhî Merhûmun “Ashâb-ı Güzîn” ile alâkalı eseri, gâyet ilmî ve müdellel bir eser; ve aynı zamanda Rasûl-i Ekrem Aleyhisselâm’a ve Onun mübârek sahâbîlerine hürmet, mahabbet ve bağlılık telkîn eden bir EDEB ve hidâyet rehberidir… Bu eser ile Bâyezîd Sahaflar Çarşısı demirbaşlarından ve şii ileri gelenlerinden müteveffâ Şemseddîn Yeşil ve hempâları, haketdikleri cevâbı alarak kıçları üzerine oturmuş; ve Hz. Muâviye Radıyâllâhu anh Hazretlerine bir ömür boyu i’lân etdikleri harbi hezîmetle noktalamışlardır!. Kaşar’ın da “Emevî Müslümanlığı” diye bir uydurmadan medet ummasının altında bir kuyruk acısı vardır ki, Ömer Nasûhî Efendi Merhûm’un bu eseri turnusol kâğıdı gibi sahâbî düşmanlarını açığa çıkarıb deşifre eder.. Ve onları kuyruklarından kapana sıkışmış gibi de cıyak cıyak öttürüverir!
Acemistan Şii Âyetullâhlarından Müteveffâ Humeynî de kitablarında her şii gibi emevî düşmanlığını “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat” düşmanlığı ile iç içe yürütmektedir. Emevî idâresini “firavun idaresi” olarak zikreder ki, Hz. Muaviye’ye azılı düşman olmayan Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı gibi bütün müslüman devletlerinin tamâmını da (firavun idaresi olarak) yalan ve iftirâ bombardımanına tutar… Şii Prasasör Hüseyin Hatemî’nin tercüme etdiği ve “Katoliklerde olduğu gibi bizde de talâk yasaklanmalı!” herzesi yiyen Ali Bulaç (Bulamaç) nâm kimesnenin basdığı ve adı da “İslâm Hukûkunda Devlet” olan çamur çalma kitâbı Humeyni’ye âiddir. Kaşar Bey’in, bu “Emevî ve diğer bütün târihî müslüman devletlerini firavun idâreleri!” olarak iftirâlarla karalayan kitabdan pek çok istifâde ve tefeyyüz etdiği anlaşılıyor!. El mer’u mea men ehabbe!
Kaşar Bey “Emevî Müslümanlığı!” diyerek önüne geleni bu çuvala doldururken, Humeyni’nin çok sâdık bir mürîdi veya tirîdi olmak şerefine de böylece mazhar olmuş oluyor!. Sahâbî düşmanlarının hiçbiri Ömer Nasûhî Efendi Merhûmu sevmezler-sevemezler. Çünki adı geçen eseri ile bu gürûh-ı lâ yüflihûnun yalan ve iftirâlarını kendi suratlarına yapıştırmışdır!.
Kaşar Bey’in kuyruk acısını anlayış ve hoşgörü ile karşılarsak şimdilik kifâyet eder!. Hiç sevmediği ve aslâ sevemiyeceği İmâm-ı A’zam Hazretlerinin arkasına sığınarak Ehl-i Sünnet yolunu bozma kataküllilerine ise, ileride temâs ederiz biavnihî Teâlâ… Dembokratik, yatalak, üç-beş kokanalı ve külüstür bir partinin (Haltın Yükselişi Patırtısı) gibi bir nesnenin Reis-i Umûmîsi de olan ifsâd heykeli bir adamın, İmâm-ı A’zam gibi Şeriat allâmesi Dünyâlar çapındaki bir zat-ı şerîfi göklere çıkarıyor görünmesinin altındaki iblisliği, zâten aklı başında herkes anlıyor ve en doğrusu da iğreniyor tabii… Ama dedik ya, adam bulaşık mı bulaşık, şirret mi şirret, ne denir başka…
Merhûm Nasûhî Efendi’nin 8 cildlik tefsîri ise, bir “rivâyet tefsîri” olarak, derli-toplu ilmî bir ehl-i sünnet hazînesidir.
Hele Merhûm’un “Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmusu” adıyla bilinen 9 cildlik muhalled eseri ise bir şâheserdir. Bu fevkal’âde ilmî ve insanüstü gayret ile ancak ortaya çıkabilecek muhteşem eserleri, ceffelkalem ve hiçbir mes’ûliyet VE VİCDÂN KIRINTISI VE AHLÂK hissi taşımadan “tonlarca hurâfe taşıyan” eserler olarak karalamaya ve onlara çamur atmaya cür’et etmek, ancak “aslını inkâr edenlerin” ruh hâli ile ortaya konulabilecek bir keyfiyetdir… İst. Ü. Rektörlüğü de yapan hukuk profesörü müteveffâ Sıddık Sâmi nâm Şeriatsevmez kişi bile, bu eser hakkında:
“-İstikbâlin hukukçularına yol gösterecek ve istifâde edecekleri büyük bir eserdir!”
Demekden kendini alamamışdır… Üstelik, Cumhûriyet târihinde avrupalıların Türkiye’den ilk tercüme etdikleri (ilmî eser) de, merhûm Ömer Nasûhî Efendi’nin bu 9 cildlik muhalled ve muhteşem eseridir…
İşte Osmanlı, yıkılırken bile böyle büyük hocalar, ilim adamları ve muhalled eserler bırakan büyük allâmeler yetiştirmişdir. Lâkin bunu, cumhurlopçu ve ilâhyapyatçı dolar delisi zibidilere aslâ anlatamazsınız… Onların bir tek vâzîfeleri, Bay Bayar’ın işâret etdiği istikâmetde, “Türkiye’den Müslümanlığın müslüman görünerek kaldırılması!” hâinliğidir…
CUMHURLOPÇU PRASASÖRLERİN BİNİNİ TOPLASANIZ, BÜYÜK ŞEHİD VE ALLÂME İSKİLİPLİ MUHAMMED ÂTIF EFENDİ HAZRETLERİNİN 32 SAHİFELİK (FRENK MUKALLİDLİĞİ VE ŞAPKA) NÂM ESERİNİN BİR NOKTASI BİLE ETMEZLER!
Şimdiki cumhurlopçu zibidiler ise, aklı başında bir tek ilmî eser ortaya koymakdan geçdik, Büyük şehid ve allâme İskilipli Merhûm Muhammed Âtıf Efendi Hazretlerinin 32 sahifelik “Frenk Mukallidliği ve Şapka” nâmındaki fezâlara sığmayan ve küfrün tepesine bomba gibi düşüb, müellifine de ipe çekilmeye kadar ebediyyet bahşeden o bir avuç risâlesinin, sonsuzda biri kadar bile bir keyfiyete sâhib olamayan kitabsızlar…
Bütün hesabları, makâm, rütbe, gösteriş, rahatlık, dolar, dembokratik politika kataküllileri ve dünyalık olan, kıtalar ötesinden güdümlü, azdırılan ve semirtilen, insî şeyâtîn ve bel’amlar…
Dünyâdaki belli mihrakların temel maksatları ise, Osmanlı’nın 7 asra yakın bir zaman, bâlâda zikri muharrer dergâh ve ilim adamlarımızla muhâfaza ve müdâfaa etdiği Allâh Dini’ni “ortadan kaldırmak”; ve bu la’netli iş içün de Kaşar Nârî ve benzeri gibi ağzı “âyet-hadîs!” diyebilen taşeron ve tetikçileri, dolar v.s koklatarak matinato gibi kullanmak… Zikretdiğimiz ve daha zikredemediğimiz binlerce Osmanlı ulemâ, allâme ve meşâyihi ile bunların muhalled eserlerinin, ma’lûm aşşağılıklar tarafından bir türlü mer’iyyetden kaldırılıb i’tibarlarının iptâl edilemeyişi, bu aslını inkâr çukurundaki cumhurlop hamamoğlanı tipli zibidileri çıldırtmakda ve bu kabil hakâretlerle de aşşağılaştırıb pespâyeleştirmektedir…
Apaçık görülmekte ve bed’aheten meydandadır ki, ilim ve edebden zerre kadar nasîbi olmayan bu ayak takımları, (mihrabdan halletme) sûikastının tetikçileri olarak bir takım unvan ve rütbelere sâhib kılınmakda; (ilâhyapyat) fakültelerinde, “mihrab ve mimberlerde” höykürtülüb neşriyât köşe ve ekranlarında da hırlatılmakda ve matbuatda yazı-çizi sâhibi kılınmaktadırlar… İlmî ve Îmânî hiçbir liyâkat, müktesebât ve ehliyetleri olmadığı içün de, tek sermâye ve malzemeleri küfürbazlık, yalan-dolan, lâf kalabalığı, cerbeze, hakâret, tophâneli ağzı, külhanbeylik, kabadayılık, iftirâ ve hulâsa meydanı boş buldukları içün de en aşşağılık ebebsizlikler ve şirretlikler… Hulâsa, “aslını inkâr eden!” hâinîn gürûh-ı lâ yüflihûnu içine iltihâk…
Ömürlerini vakfetdikleri bir tek iş, köy kahvehânelerindeki üslûbun bile çok altında bir seviyesizlikle 15 asırlık dîne, ilim adamlarımıza ve o mübârek ve muhalled eserlere, ekranlara kadar sürülüb sürünerek oralardan veryansın etmek…
Seviye ve üslûb o kadar sıfır altıdır ki, aynı şirret, birkaç gün sonra Surat Yardakçı ile yapdığı kayıkçı kavgasında, gûyâ muhâtabının damarına basmak içün:
“-Bundan sonra denize mayo ile gireceğim!”
Demeye bile hayâ etmemişdir!
Seviye ve derekeleri ma’lûm hazele, ileriki günlerde “donsuz ve altsız gireceğim!” derse, aslâ şaşılmamalı!. Zira âile mahremiyyetlerini bile magazin sayfalarına vıcık vıcık sıvayan bu kadar sıfır altı seviyedeki adamlardan, (daha doğrusu îlâhyapyat’çı tophâne berduşlarından) her rezillik ve kepâzelik beklenilebilir…
Nasıl Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’dan sonra ortalıkda “kezzâb=yalancı peygamber Müseylime’ler” hortladı ise; bugün de aynen öyle, “kezzâb=yalancı âlim ve müctehidleri!” hortlatan modern câhiliyye devrini yaşıyoruz… Bu “müctehid” geçinen şirdenlik şirret hamûleler o kadar çoğaldı ki, bunların hakkından ancak, Müseylime gürûhunun da hakkından hakkıyla gelen (Halid İbni Velid) radıyâllahu anh Hazretleri gibi bir “Seyfullâh” gelebilir!
HALTETTİN’İN İŞKEMBEDEN FETVÂSINA (!) GÖRE KADIN ELİNİ ELLEMEK VE SIKMAK İCÂBEDİNCE, O ELİ (BEZ) KABÛL ETMELİYMİŞ!
Cumhurlob müctehidlerinden(!) Haltettin Karamânî’nin şirden ictihadları ise, daha ziyâde fer’î mes’elelere taallûk ediyor… Bunlar, çırağı Kaşar-Şaşar Bey’in teşehhîleri yanında hafif bile kalmaya başladı denilebilir!. Haltettin’in “abdestde çoraba meshetmek câizdir!” yollu hezeyânından da geçen nüshamızda bahsetmişdik…
Fakat Haltettin, ne hikmetse, “bu kadar ileri fırlayıb fırlama olma!” diyerek, çırağı Kaşar-Şaşar’ın kulağını bükmeye hiç yanaşmıyor veya yanaşamıyor!. Çünki yetiştirdiği (şirden şirretliği şirretlerinin) üzerine:
“-Ulan bizim kuyruklar! Biraz samanaltından Samanyolu bulup gidin!”
Yollu giderse, artık iyice raydan çıkan ve devrilmesine de çok az kalan o (Kaşar Şirdenî) denen öz mürîdi, kendisini bile işkembe hamûlesi içinde boğabilir!. Sonra Haltettin Molla’ya âid ictihadların, “emevî Müslümanlığının!” bir başka versiyonu olduğunu, bağıra-çağıra, olmazsa küfnâmeler düzerek zorla bile olsa ustasına yedirebilir de!…
Hulâsa (boynuz ve boynuzlular), kulak-malak mahlûkları birkaç arşın geçmiş bulunuyor!. Haltettin Molla çok hesâbîdir ve her (telfikçi-mezhebsiz-Efgânî) çizgisindeki selefî gibi sağ gösterib sol vurmayı çok iyi becerir!. Şimdi “kadın eli ellenir ve sıkılır!” yollu fetvâsını (!) da yeniden ruznâmesine almış ve 9.10.2009 târihinde hezeyânnâmesini şöyle bitirmişdir:
“-Bayanlarla el sıkışma meselesine gelince, günümüzde özellikle şehirlerde ve özel durumlarda kadınlarla erkekler de el sıkışıyorlar, bu âdet haline gelmiş durumda, Müslüman bir erkek henüz kendini anlatamadığı bir ortamda elini geri çekerse bundan -İslâm'ın da istemediği- bir dizi problem çıkabiliyor. Bir Müslüman erkek, yukarıdaki şekilde gerekli hâle gelmedikçe -müslüman olsun, gayr-i müslim olsun- bayanlarla el sıkışmaz. Ama bayanın elini sıkmadığında daha önemli bir zarar sözkonusu olduğunda, beze dokunuyormuş gibi -böyle bir duygu içinde- kadının elini sıkabilir.”
Gördünüz ve beğendiniz mi, cumhurlop müctehidinin(!) işkembe hamûlesi fetvâsını!?.
Kadın eli ellemek ve sıkmak Haltettine göre “âdet hâline gelmiş!..”
Ne ki “âdet hâline gelmişdir”, cumhurlop müctehidimize göre o artık haram olmakdan çıkar, mubah olur!. Haltettin’in kadîm bir fetvâsına göre nasıl erkeklerin altın yüzük kullanması da “âdet olarak” ve “belvâ-yı âmm” hâline gelerek haram olmakdan çıkmışsa, kadın eli “ellemek ve sıkmak” gibi “âdet olan” herşey de, bu çürük ve alkolik düzen akıl ve mantığıyla öylece meşru’ olup çıkmışdır vesselâm!!! Meselâ çırağı Kaşar-Şaşar Bey’in donu ve şortu, onu takiben mayosu ve onu da ta’kîben donsuzluğu da “âdet hâline” geldi mi, mes’ele bitmiş, bunların cümlesi de câiz oluverecekdir!. Demek ki bir bakıma adamlar büyük bir iştiyâk ve hasretle, böyle birçok haramların “âdet hâline” gelip mubâh olmasını bekliyorlar!. O zaman gelince de Müslümanlıkla Nasrânîlik ve diğer dinler arasında bâriz farklar kalmaz, bir mütecânisiyyet ortaya çıkar, dinler arası konsensus sağlanır ve (takrîb-i edyân) te’mîn edilerek bir tek dinde ittifâk edilivermiş olur… Bundan sonrası ise, yurtda sulh dünyâda sulh içre, harbsiz darbsız, güllük ve gülistanlık mis gibi bir dünyâ!
Böylesine çürük ve kokmuş, gaseyân edib duran, (alkolik düzen) akıl ve mantığıyla yapılan bir (kıyâsa), yine bu (alkolik düzen) korumasında olduğu içün, kimsenin bir şey deme hakkı ve müdâhalesi de olamaz!. Çünki (alkolik düzen) alabildiğine böyle “teşehhîlerin” sonuna kadar arkasında ve teşvikçisi… Aksi halde “Müslümanlığı Anadolu’dan nasıl kaldırıb atacaklar; ve Bayar’ın söz verdik dediği hedeflere nasıl vâsıl olacaklar?!”
“Âdet hâline” gelmiş ne kadar kefere, fecere, müşrik ve münâfık tarz ve hareketleri varsa ve bunlar da “âdet” olmuş diyerek “câizdir!” yaftası yerse, işte bunların her biri yaşatılmış ve zıtları da ortadan kaldırılmış olacakdır… O zıtlar ise, edille-i erbaa ile önümüzde duran ahkâm-ı şer’iyyenin bütün kânun ve kâideleridir… (Alkolik düzenin) beslemesi olmuş bir akıl ve mantığın yapacağı ictihad denilen nesneler, fıkhî ıstılâhıyla aslında birer “teşehhîdir”; ve maksat da, bunların dînen câiz oldukları havasını meydana getirerek, onları, cemiyete birer kanser hücreleri olarak aşılamak ve yerleştirmek… (Alkolik düzen) akıl ve mantığının, o “âdet!” dediği küfür ve haram bid’atlar, isterse müşrik ve putperestlere, münâfık ve homongoloslara âid bulunsun!.. İsterse Kitâb, Sünnet ve İcmâ’ ile ortada duran bir nassa ters olsun, değişen bir şey yokdur!. “Alkolik düzenin” akıl ve mantığı, cerbezelerle, zırva bile olsa te’villerle, şarlatanlık ve hokkabazlıklarla gözboyayacak ve böylece “teşehhîlerini” de ictihad diye elâleme yutduracakdır… Üstelik millet de, şer’î ilimler noktasında nasıl olsa câhil değil de, alabildiğine ECHEL derekede bırakılmış olduğundan, bu sahtekârlıkları reddedecek zerre kadar kuvvet ve kudrete de mâlik değildir… Aksi hâlde, gök kubbenin bu iblislerin tepesine yıkılması i’câbederdi…
Şer’î akıl ve mantığın yapacağı kıyâsın şartları da artık bu devirde mer’iyyetde kalamaz!. (Alkolik düzen) akıl ve mantığıyla yapılacak bir kıyâs içün, bunun Kitâb, Sünnet ve İcmâ’da “mekîsünaleyhi” var mı yok mu gibilerde bir taharrî ile uğraşmak da, bu global ve hoşgörü-diyalog dünyâsında artık fazla lüksdür; ve hatta “dînin rûhuna” ve “kolaylaştırın!” emr ü fermânına da ters kaçar!!!
Ve üstelik en mühimi de:
“-Bana bak, sarık cübbe altındaki müdâhin münâfık, hoca kılıklı şeytan!”
Diye gürleyerek bu gürûh-ı lâyüflihûnun önüne çıkıp onların lânetli yollarını kesecek Büyük Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi ve İskilipli Büyük Şehid gibi allâmeler de cihanda kalmadığına göre…
Veya Üstâd-ı Muazzez Merhûm Necib Fâzıl Bey gibi:
“-Allâh’ın Dînini bu kadar yaz-boz tahtasına çevirib lâ’netli yehûd gibi tahrîf ve tağyîr eden bu kubur fârelerine daha fazla tehammül edilemez!”
Diyerek, herifleri maşa ile enselerinden bir bir kavrayıp suda boğacak Büyük Doğu kumandanı da, Rahmet-i Rahmân’a kavuştuğuna göre…
Haltettin gibi sürülerin haltetmeleri içün, bütün vasat son derece mümbit bir arâzi… Ek, ne ekersen ek, (ebû cehil karpuzundan köstebek otuna) kadar ne aklına gelirse…
Dîni kolaylaştırmak da lâzım ya hani!.. “Mevrîd-i nassda ictihâda mesağ yokdur!” gibi kâideler de, artık bugün geçmez!. Çünki o kâideleri (usûl-i fıkıh kânunlarını), bu cumhurlop bel’amları keşfetmediler ki!. Gelenekçi eskiler, daha daha eskiler ve İmâm-ı A’zam, İmâm-ı Şâfi gibi müctehidler ortaya atdılar! Bu cumhurlop münâfıklarına ne o gelenekçi çizgiden!?. O kânûn ve kâidelere göre bugün yaşayacak ve amel edecek olursak, beşerî sistemlere hiç yer vermemek icâbeder, bu ise (lâiklik) ve (sekülaritenin), globalleşme ve ılımlılaştırmanın, hoşgörü ve diyalogçuluğun ve kolaylaştırıb buharlaştırmanın anasını beller; ve onların “ilke ve kazanımlarını!” da ortadan kaldırıp duman eder!. O zaman da “Andaç Lozan!” aşkına verilen sözler tutulamamış ve kabuklu haçlı keferelerinin gözünden düşülüvermiş olur!
Allâh’ın kânunları külliyyen tatbik edilirse, kefere-fecere ve müşrik kânûnlarına hiç hava alacak kadar bile bir yer bırakılmamış olur!. Hem, DİB’lığı denen Umum Müdürlüğün 633 sayılı kânununa göre cumhurlop vâiz ve müftüleri(!) İslâmiyyet’in îmân, ibâdet ve ahlâk bahislerinden başka diğer kısımlarından bahsedemezler… Bu koskoca bir yasakdır. Ya’ni muâmelât, ukûbât, münâkehât, bey’ ve şirâ’, verâset, velâyet, adâlet, emânet, ülülemr, bey’at, cemaat, beytülmal, devlet, hükûmet.. siyâsî, iktisâdî, ictimâî ve hukûkî hiçbir nesne kürsülerde ve minberlerde anlatılamaz… Anlatılırsa, bütün düzenlemeler, düzenlerin elinde, düzülenlerin de dizinde ve gırtlağında kalır!.
Ayrıca 15 yaşından küçüklere aslâ Müslümanlık öğretilemez, öğretilmesi yasakdır… Başını örten hanımlar hastahânelere varıncaya kadar, nice mekânlara sokulmaz, itilip kakılırlar… İslâm yazısıyla kitab-mecmua basılamaz bu da yasakdır… Tekke ve dergâhlarda zikir ve fikir yapılamaz, bu dahî memnu’dur… Ve daha yüzlercesi…
Böyle olunca da, orada müslümanların DÎNİ yasaklanmışdır… Dolayısıyla müslümanların “hürriyeti yokdur olamaz!” Hürriyetin olmadığı dâr da, dârü’l-İslâm olamaz, işgâlde demekdir… Şimdilik kısaca arzedelim ki, Elmalılı Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri o muhalled Tefsîrinde buyururlar ki:
“-Lisân-ı İslâm’da HÜRRİYET, hukûkuna mâlikiyyet diye ta’rîf olunur!”
Biz de diyoruz ki, Müslümanlığın mücerred ilk ve baş emri olan “LÂ İLÂHE!” demek bile bu dârda hiçbir câmi, mekteb ve meydanda anlatılamaz… Hiçbir vâiz ve müftü ve imam, bunu kürsü ve mimberde anlatamaz… Bu i’tibarladır ki, Müslümanlık yasak, müslümanlar da “hukuklarına aslâ mâlik” değillerdir… Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin ta’biriyle bazı “sarık cübbe altındaki hoca kılıklı şeytanların!” bunun aksini söylemeleri, onların “müdâhin münâfıklar olmasındandır!”
Ve daha sayılamıyacak kadar yasakların fokurdadığı bir ülkede, şöyle gözboyamalar ve sahtekârlıklar ise, arşa çıkacak kadar âvâzeler ve dembokratik ve Çoban Sülüvârî nakarât ile beyinlere çivilenircesine ve tam 101 seneden beri tamâmen serbestdir:
“-Vatandaşın dîn ve vicdan hürriyeti anayasa teminâtı altındadır! Câmiler ardına kadar açık, oruç tutmak serbest, umre turizmi de öyle! Kimin ibâdetine mâni’ olunuyor ki?!”
Evet öyledir, aklı, başında olub da başka bir yerinde olmayan bir tek mahlûk, bu sunturlu Selânik dönme gâvurluğunu yerse!
Sadede şürû’ etdikde… Nâmahrem kadın elini “elleme ve sıkma” diyorduk…
Tabîb-i Hâzık-ı Müslim-i Âdil ve İlm-i Tabâbet-i Rûh Mütehassısı Muhammed Reşad Malâtî Bey’in bu babda hem de Haltettine hıtâben reddiye makâmında mühim bir makâlesi de vardır ki, el sıkmanın nâmahremler arasındaki icrâsı orada “ellemek ve sıkmak” olarak ifâde edilir!. Biz dahî o makâledeki keşfin, hakîkati tam ifâde etmesi hasebiyle, bu babda “ellemek ve sıkmak” ta’bîrini adı geçen makâleden iktibâsen kitâbeti muvâfık buluruz…
Haltettin’in ictihadları da, bu babda şehirliye köylüye göre, “özel durumlu” ve umûmî vaz’iyyetliye göre bile fark atıyor!. Müslüman bir erkek “kendini anlatamadığı bir ortamda kalmışsa” ve “elini de geri çekerse!” yandı gülüm keten helva!.
Evvelâ: Bir müslüman erkek, “kendini anlatamadığı yerde” acaba ne arar, daha doğrusu ne HALTEDER?.. Sâniyen: Onun kendini “anlatamadığı” yer, acaba hangi modernist, ateist, feminist ve cumhûrî dişi kısrakların kendisini “anlatdığı” yerdir?!.
Haltettin Mollamızın demek kendini “anlatamadığı” mekânlar da vardır; ve o, oralarda bu tip ictihadlarıyla(!) o tip avratlara eğilip ittibâ’ ve inkiyâd ederek; ve “elleyib-sıkarak” amel etmektedir!. İnanırız, nabza göre şerbet devri çook gerilerde kaldı! İmdi nabza göre ısmarlama ictihadlar devridir! Onlara göre ictihad, (aslındaysa teşehhî), işkembe-i kübrânın şirdeninden şirretçe püskürtülen devr-i dilârâ-yı cümhûrlob hamûlesi!.
Herifin ictihadlarıyla(!) amel eden mürîdân-ı tirîdân demek ki, “Elimi elleyip sıkmadın!” diye kaynana zırıltısı kesilen ve “problem” fırlatan dişi kısraklar önünde teslim bayrağı çekecek!.
Fakat bu bayrak yarışı nerede biter, onu da hesablamak gerek!. Mes’ele-i ictihâdiyye, tarafeynin “elleme ve sıkması!” noktasından da mütâlaa edilince, yeni bir nokta dahî teferrû’ eylemiş olacakdır!… Bervechi âtî arzedelim:
İŞ ELLEMEK VE SIKMAKLA KALMIYOR, KARAMANLİS GİBİLERE ELİNİ VEREN BUSETDİRMEYİ DE GÖZE ALABİLMELİ!
Mürîdân-ı tirîdândan reis-i hükûmet Bey’in zevce-i muhteremesi hanım, hökûmet-i yônâniyye reisi kefere-i fecereye elceğizini uzatmışdı da, kolunu hatta diğer bilcümle a’zâ-yı cevârihini dahî kurtaramamak tehlüke-i azîmi ile karşı karşıya kalıvermişdi!. Hâtun kişi elini uzatdıkdan sonra, herif-i nâşerîfin bununla dahî iktifâ eylemeyüb, ol hâtun kimesneyi bûseylemek üzre savlet etdiği dahî, kuyûdât-ı târih-i cümhûriyye arasında şerefli yerini bihakkın ihrâz eylemişdir!..
Haltettin mollamıza göre, modernite, hümanite ve feminite azmanı o dişi kaşerlenmişlerin ağzını tutmak içün, ol “müsülman, erkek ise”, derhal o avradın “elini elleyip sıkmalı”; ve çıkacak “bir dizi problemi” de, daha doğmadan böylece düşük yaptırarak helâ çukuruna atmalıdır!
Üstelik çıkacak bu “bir dizi problem” de, Haltettin Bey’e göre “İslâm’ın istemediği!” problemlerdir!
Öyle ya, İslâm neyi ister neyi istemez, bunu koskoca cumhurlop müctehid-i haltettıniyyesinden başkası mı bilecekdir!?. Kitâb, Sünnet, icmâ’ ve nice müctehid-i mutlak bilse ne yazar!?. Herif onları beğenseydi, zâten bu haltları yer miydi?.Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûmun buyurduğu gibi:
“-Adamlar dinlerini beğenmiyorlar, onun içün beğenecekleri bir dînin icadı içün bu teşehhîlerin peşindeler!”
“Telfîk-i Mezâhib” müellifi ve mason Abduh’un tilmizi Reşid Rızâ’nın Türkiye acentası Haltettin Bey’in buraya kadarki satırlarından, (avrat eli elleyip sıkmanın şart) olduğunu anlıyoruz…Elleyib sıkmadın mı, kızılca kıyâmet kopacakdır, öyle ise elle ve sık ki kurtulasın! Hatta elleyib sıkmadın mı, ortalığı “İslâm’ın istemediği problemler!” bile ansızın basabilir, hatta darbe bile yapabilirler!. Hulâsa Haltettin Bey Prasasörümüze göre mes’ele öyle basit bir (elleme ve sıkma) işinden ibâret de değil, dîne taallûku i’tibâriyle lâzımü’l-ittibâ’ ehem bir mes’eledir!.
Amma ve lâkin müteâkib cümleden de, böyle “problemler çıkarmayacak” modernite, reformite ve feminite kartaloz dişi kısrakların kişnemediği mekânlarda, avrat eli ellemek ve sıkmak “gerekli hâle gelmemişdir!..” Evet, aynen böyle: “Gerekli hâle gelmemişdir!”
Ve binâenaleyh Haltettin Efendiye göre, böyle şâha kalkılmayan, kişnemelerin olmadığı kısraksız yumuşak arâzilerdeki fetvâ da, o arâzînin topoğrafisine göre; veya içilecek şerbetler, oranın nabzına göre olmalıdır! Yani böyle mekânlarda dişilerin elleri ellenmemeli ve sıkılıp mıkılmamalıdır… Bu da cumhurlop müctehidinin, tabii gübreli mümbit ve bâkir tarlalar içün ektiği tohum!. Bir evvelkisi ise, su koyveren, sulak ve rutubetli, kaygan-milli, (millî kamu arâzîleri) içün idi!.
Son cümleye gelinirse, müctehid-i mutlak Haltettin Mollanın ictihâdı(!) bir başka derinlik ve son derece spesifik ve hayâlmatik bir incelik arzediyor!
Bu ise, hümanite, modernite ve feminite kısraklar cenâhını kırmızı görmüş İspanyol öküzüne çevirebilecekdir! Aynı zamanda bu, Haltettinin tam haltetmesinin dehhâmeleşmiş bir posteri olarak, o dişiler tarafından Taksim Meydân-ı Meşhûresine asılıp, üzerine de bevledecekleri cinsden olabilir!.. Eğer o “müslüman erkek” veya gölgesinden “ürkek-erkek” mahlûk, “büyük bir zarar” bahis mevzuu ise, o zaman, o feminite, hümanite ve modernite mü’minesini aslâ kırıp dökmemek adına müthiş bir cis-trans hâline gelmelidir! Bunun içün de, o ürkek-kelek, “duygularını” öyle bir ta’dîl edecek ve bıçak gibi kesip “gariboğlan testeresi” gibi de boynundan koparacak ki, “eli ellenecek ve sıkılacak” bayâniyyemiz, dişiliğinden bir anda istifa idüb karşı tarafa hiçbir şey sezdirmeyecek ve farketdirmiyecek ve kendisi dahî hiçbir elektrik-i cinsiyyeye sâhib olamıyacakdır!.. Çünki 15 asırdır hiçbir müctehidin keşfedemediği bir cinsî şerâreyi der’akab durdurma kerâmetine, bizim Haltettin molla “ictihâd-ı cinsiyye” sâhibi bir recül-i kerâmetmeâb Hazıritleri olarak vazîfedâr ve mühürdâr kılınmışdır!.
HALTETTİN BEY’İN DUYGULARI BEZLEŞTİRMESİ; VE ELLETTİRİB SIKTIRMA HASTASI DİŞİ BOYÂNİYYELERİN KIYÂMI!
Ol “müslüman erkek” veya Selânik yürek ürkek nesne, “duygularını”, evet yanlış okumadınız “duygularını” bir anda sıfırlayarak yepyeni bir frekansa bağlanacak ve içinden ve hafiyyen, Haltettiniyye ictihâdât-ı cümhurlobiyyesi mu’cebince cihâna şöyle nidâ edecekdir:
“-Ey ins ü cin! Ben şu anda, cumhurlop müctehidlerinden Haltettin Mollanın ictihâd-ı cinsiyyesi ve şerâre-i elektirîkiyyenin sigortalarını atdırma tekniğiyle amel etmek üzereyim! Şu karşımda duran modernite, hümanite ve feminite mü’minesi dişinin elini ellemeye ve sıkmaya hâzır ve nâzır vaz’iyyetdeyim! Ve fakat rızâ-yı Bârî Teâlâ çün niyet etdim ki, bu dişinin elini (ellemiş ve sıkmış) olduğum halde, Haltettin Hazıritlerinin fetvâsı mu’cebince (ellememiş ve sıkmamış) olacağım!!!. Ve dahî niyet-i hâlisânem odur ki, bu insan dişisinin ellenmek ve sıkılmak üzere bana uzatdığı elini, kuvve-i hayâliyyemle bir “BEZ” parçası olarak aldım ve kabûl etdim!. Ve dahî o köstebek tırnaklı, erotik parfümlü ve şebek mıntıka-yı memnûası manikürlü ve bilmem neli eli, bir “bez” parçası olduğuna (niyet ederek) elledim ve sıkdım… Böylece de Haltettiniyye-i Kübrâ ictihâd-ı bezzâziyyesine göre, haramdan kurtulmuş ve Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd Hazretlerinin rızâsına muvâfık müthiş derecede bir amel-i sâlih işleyerek defter-i a’mâlimi tutan kirâmen kâtibîne dahî nâkıs puan yazdırmamış oldum!. Haltettin Hazıritlerinin, gelenekselci dünyâsına ve bezzâzistân (bedesten) ehâlisinin (BEZ) ve (ÇAPUT) ticâretine kıç atdıran şu hârika ictihâd-ı şirdenîsi olmasaydı, harama dalıb yan yatdı çamura batdı olarak cehennemi boylayacakdım!. Şu gelenekçi ulemâ bizi meğer 15 asırdır ne kadar cehennemlik etmiş!. Haltettin Hazıritlerinin sa’yesinde artık bütün dünyâ cennetlikdir ve O’nun cumhurlobik ve alkolik düzen akıl ve mantığıyla yapacağı bilumum kıyaslarıyla, ellemekle sıkmak da dâhil herşeyin önünde hiçbir baraj, bend, sedd ve mânia kalmamışdır! Yaşasın hoşgörü ve diyalog, yaşasın fettokülli dünyâsının bıçkın hoşfendileri ve yiğit müctehidleri… ”
Nasıl beğendiniz mi, cumhurlop müctehidi Haltettin mollanın ictihâdını?
Şimdi de bilcümle cumhurlop feminitesinin dişileri yollara dökülür ve “cumhuriyet mitinglerinde” olduğu gibi höykürmelere başlar da, Mollanın şu lâflarla cümle ervâh-ı tayyibe ve gayr-i tayyibelerini tashîh ü tasrîhe kıyâm ederlerse, Haltettin acaba hangi Bizans dehlizlerine saklanacak ve hangi Belgrat ormanlarında tüneyecekdir:
“-Ey, Türk kadınlığı! Birinci vazifen, nice paralar pullar ve saatler harcayarak manikür ve pedikürlerle şehveti tahrik içün gece gündüz çalışıb çabalayarak sivriltib durduğumuz o abdest ve gusül değmez elimize ayağımıza BEZ duygularıyla muhâtab olunmasına fetvâ veren Haltettin denen herifi şiddet ve nefretle (tel’în etmekdir) kınamakdır… BEZ ve ÇAPUT olarak herhangi bir mıntıkamızın hayâl edilmesini bizim hazmetmemiz zinhar mümkin olamaz, bu bizim içün OSMANLILARA tatbik etdiğimiz soykırımından bin beter bir soykırımdır, tehkîl hareketidir… Karşı cinsdeki ve karşıt fikir ve îmânda olduğumuz mürteci’ ve vatanımızdaki mülteci aygırlarımıza böyle BEZLİ ÇAPUTLU hayâller ve şehvet öldüren hurâfeler öğütleyen bu cumhurlop artığı nankör mollanın, derhal cennet vatanımızdan sürülmesi; ve cumhuriyet kadınlarını dişilik ve cinsîlikden ıskât ederek bizlere bu tür hakâret etmesinin aslâ cezâsız kalmaması, (Türkan Soy-lan) ve (Çağdaş yaş-amı Yestehleme) nesli olarak en büyük uğraşımız ve kurtuluş savaşımız olacakdır… Ayrıca Dünyânın gözbebeği Prof. Dr. Kaşar-Şaşar hocamızın bu HURÂFELER üzerine şiddetle ve şehvetle savlet etmesi en âcil arzumuzdur!. KAŞAR Hocamızın fetvâsına göre bu uğurda ölenlerimiz (elleme şehidi), kalanlarımız (sıkma gâzîsi) olarak Türk Kadınlar târihine altın sarısı Lâtin (millî) harflerimizle geçecekdir!. Muhtac olduğumuz kudret, damarlarımızın içinde cevelân eden ve ellenep sıkılmış yaş-amsal asîl kanımızda mevcuddur!”
Haltettin Bey’in cumhurlop ictihâdına göre bilumum “dişilerin eline” elleme ve sıkma ameliyesi icrâ edeceğin zaman, onu bebek altına bağlanan “bez” veya “Üryan Baba Meşatlığında” pek bol tüketilib bağlanan “çaput” farzedeceksin; ve o da, anında “bez veya çaput!” oluverecekdir!.. Buna şimdiki sokak, hâşâ “mu’cize” mi der başka bir şey mi bilemeyiz… Ancak Haltettin Efendi Hazıritlerinin (istidrac ve ihâneti) olması kuvvetle muhtemeldir!
Sevsinler bu (alkolik düzen)in cumhurlop aklı ve mantığı ile yapılan ictihadları!. Veya tükürsünler böyle akl ü fikrin alnının tam ortasına!
Ne kâbul edersen o… Bu akıl, mantık ve ruh marazının psikiyatride de mutlaka bir adı olmalıdır!
“-Neyi ne kabûl edersen o olur!!!”
Diyenlerin; ve bir de bu illet ile ma’lül olanların kendi teşehhîlerini ictihad kabul etmeleri hâlinde, onların, hakîkaten ictihad oluverdiğine inanmaları hâli…
Ortada, âcilen el atılması i’câbeden ve (hâşâ min huzûr), “d…z gribinden” bin beter geberten d…zluk bir vak’a var!
Akıl ve ruh tabâbeti ile iştigâl eden ihvân-i müslimîn dahî, bu işe âcilen el atmazlarsa, iki cihanda da mes’ul olacakları izahdan varestedir… Zira bu kabil “bez, çaput, don, şort, mayo ve bilmem ne!” gibi (hâşâ min huzûr) uçkura taallûku olan cumhurlop literatürü, İslâm kaçkını heriflerin meclislerinde ziyâde ele, dile ve ağıza alınır ve dünyâya sallandırılır olmuşdur. Pislâmoğlu gibi müsecceller bin kere (hâşâ min huzur), “Efgânî masonunun tahâret bezini!” ağzına alalı beri, Haltettin Molla dahî “bez!” terminolojisi üzerinden ictihadlarını yürütür olmuşdur! Çırağı Kaşar-Şaşar Molla ile Yardakçı’nın TV ekranlarında bir başka “şortlu mayolu ve donlu bezlerle” belden aşağılara alâka duyarak kayıkçı kavgalarıyla rant devşirdikleri de, cümle âlemin ma’lûmu bulunmaktadır…
Hulâsa cumhurlop müctehidi Haltettin mollanın bir ictihadı(!) öyle vecihler ve incelikler taşımalıdır ki, bu, başda Allâh’ın Dîni olmak üzere şeş cihetden de merdûd ve bâtıl ve müfsid olmalı ve Şeytan aleyhilla’neyi de keyfinden donuna etdirmelidir…
İşte “Asım’ın Nesli” ve işte mostralık cumhurlop müctehidleri!
İslâm Târihinde teşehhiyâtını millete “ictihâd ve fetvâ” diye tutturan soytarılara aslâ bu kadar rastlanmadığı gibi; Allâh Azze ve Celle’nin Dînini bu kadar yaz-boz tahtasına çeviren mübtezeller de aslâ görülmemiş; ve ilmi bu derece ayağa ve sokağa düşüren hayâsız hazeleye de mevki veren bir devr-i dilârâ-yı şeyâtîne bu derece ve kat’iyyen müsâdif olunmamışdır…
Birileri istedikleri kadar ve istedikleri yerlerine ve istedikleri zaman ve mekânlarında, ipek saç ve sakalları da dâhil, bol bol kına yakabilirler… Başda:
“-Bu işi mihrabdan halledeceğiz!”
Diyen Bay Mayar ve O’nun zihniyetindeki loca baykuşları...
Enstitülerinden mezun oldukları zaman (altın saatler hediye) ederek mükâfatlandırdıkları hâinler, bugün epey “mihrabdan hâlletmenin” mütehassısları olarak gözlerine girmenin yolunu tutmuş görünüyorlar!
(Mâba’di var)