13 Aralık 2010 Pazartesi

10 MUHARREM 1432 ÂŞÛRÂ GÜNÜ MÜNÂSEBETİYLE


(Bu sene Âşûrâ Günü, 16.12.2010 Perşembe olabilir.)
ÂŞÛRÂ GÜNÜNDE
CENÂB-I HAKK’IN 11 PEYGAMBERE İKRAMLARI:
1.      Kâinâtın Fahri Peygamber-i Zîşân Aleyhisselâm Mekke müşriklerinden kurtuldu ve Hicret’den sonraki ilk 10 Muharrem Âşûrâ gününde müslümanların reisi (başı) olarak Medîne’de islâmî idâreye geçdi…
2.      Adem (aleyhisselâm) yaratıldı, Cennete girdi ve zellesinin tevbesi kabûl edildi…
3.      İdris (aleyhisselâm) göğe kaldırıldı…
4.      Nûh (aleyhisselâm)’ın gemisi Cudi dağında karaya oturtuldu…
5.      İbrâhim (aleyhisselâm) doğdu, Allâhu teâlâ onu kendisine Halîl edindi, Nemrud’un ateşinden kurtardı ve oğlu yerine koç verdi…
6.      Dâvud (aleyhisselâm)’ın zellesinin tevbesi kabul edildi…
7.      Süleyman (aleyhisselâm)’a mülkü verildi…
8.      Eyyub (aleyhisselâm)’ın ızdırabı giderildi…
9.      Mûsâ (aleyhisselâm) Fir’avnın elinden kurtarıldı ve Fir’avn o gün helâk edildi…
10.   Yûnus (aleyhisselâm) balığın karnından kurtarıldı…
11.   Îsâ (aleyhisselâm) doğdu, göğe kaldırıldı ve kıyamete yakın tekrar yere inecek…
˜
Rasûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ın mübârek torunu Hazret-i Hüseyn radıyallahu anh Efendimiz, zulme ve zâlimlere aslâ boyun eğilmeyeceğini kıyâmet gününe kadar gelecek müslümanlara Ehl-i Beyt’i temsîlen 10 Muharrem’de canı pahasına isbât ederek, böylelikle de şehidlerin seyyidi (reisi) olmak derece ve rütbesini ihrâz eyledi…
˜
(Âşûrâ günü tutulan oruç 40 yıllık günahlara kefâret olur. (9-10-11. günler olarak 3 gün tutmak tavsiye edilir.) Âşûrâ gecesini ihyâ edib, sabahleyin de oruclu olan ölüm acısını anlamıyarak vefât eder.

[Yukarıdaki bilgiler Esseyyid Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin, Gunyetü’t-Tâlibîn nâm eserinden alınmışdır.]

26 Ekim 2010 Salı

RÜŞVET-İ KELÂMDAN ÎMÂN VE FİKİR FUHŞUNA KADAR NE ARARSAN KELEPİR…



Globalleşme fitnesiyle başlayan “ılımlı İslâm” îcâd etme müfsidliği, dünyanın başına en büyük bir belâ kılınmak içün bütün imkânlarını seferber etmiş; ve bilhassa halk nazarında en ziyâde müessir olabileceği tahmin edilen ve adı da (Hocaefendi)ye veya (Bilmem neli Hoca)ya çıkmış herifleri kullanmak üzere mevziini almış bulunmaktadır…
Siyonist yehudi Globalizminin parmaklarında oynatılan “hoşgörü-diyalog” cebhesi nasıl Pensilvanya’ya yerleştirib koruma ve oynatmaya aldığı adamıyla 120 memleketde “Türk Okulları” ve “Türkçe Olimpiyatları” tezgahları açarak dünyanın gözünü külleme ve fettokülli plânları peşine düşmüşse; şimdi karşı cebhe de, aynı oyunlarını bir başka (Bilmem neli Hoca)yı koruma ve oynatmaya alarak oynamanın peşine düşmüşdür…
 Fettokülliye karşı alternatif, Cübbekülli oyunları ve plânları…
Son senelerde ve bilhassa son aylarda, böyle bir adam da, televizyonların şen sı..sı hâline getirilerek, o televizyondan ötekine, zıplatılıb hoplatılmakda ve kulaklar bazı “sulandırma ve bulandırmalara” alıştırılmak üzere, senaryolar bütün inceliğiyle sahneye konulmaktadır…
Allah Azze’nin Muazzez ve Mukaddes dînini içden yıkmak içün en vurucu darbe, “sûret-i Hakk’dan” görünenler eliyle indirilebilir ki, tatbika konulan ta’biye de aynen budur; ve ma’lum hoca kılıklı bel’amların kullanılma ve oynatılma vâkıası, bundan başka bir hakîkata sâhib bilinemez…
 Bu umûmî tesbitleri, hangi husûsî şer’î mes’eleleri bulandırıb sulandırarak yürütmek istedikleri şıkkına geçecek olursak, bir kısmına bu nüshamızda hulâsaten el atar; ve asıl geniş tesbit, teşhis ve teşrih masasına yatırma işini, müteakıb sayılarımıza bırakırız!
Üstâd-ı Muazzezimiz Merhûm Necib Fâzıl Beyin bir ömür boyu mücâdele ederek, ahmaklık ve gabâvetlerini, basmakalıpçılık ve papaganca laf sıkışlarını, şahsiyetsizliğin son kertesinden satılık ruh mâliki oluşlarına kadar  kırıb yok etmeye çalışdığı ve künyesini de “Ham Yobaz Kaba Softa!” olarak kazıdığı bu kuklaların en bariz evsâf-ı şenîası, verilecek bir avuç yemin karşılığında, Allah Azze’nin Muazzez ve Mukaddes Dînini, sipâriş verilen vücud ölçülerine göre bir esvab makaslar gibi makaslayıb biçmek ve dikmek… Sonra da, zerre kadar îmân ve vicdân muhâsebe ve murâkabesinin istikametlendirişini ruhlarında kıl ucu kadar hissedemeden, podyuma çıkan manken hayâsızlığıyla TV kanalizasyonlarından teşhîr etmek…
Mukaddes (Îmân Öfkesinin) yerine, (dümbüllü şarlatanlığının) oturtuluşundaki yalamalık ve iflâsın; ve gûyâ (Şerîat Hocası) makâmından sunuluşu gibi de bir iptizâlin, resmen ve alenen köpürtülüşü…
“Ham yobaz kaba softa”, bugün öyle bir nefs okşanışıyla megalomanlaştırılıb kullanılıyor ki, Allâh düşmanlarının beğenmediği nice şer’î kânunlar, sanki onun tasarrufuna verilerek dozu ayarlanmak üzere bunların reçetesine muhtacdır; ve onlar da buna, bir Müseylemetül Kezzab cür’etiyle el atmaya mezûn birer nesne… Kendisini Âdem Aleyhisselâm’dan üstün gören İblis’in fâsid kıyâsı temelindeki mantık, aynen, bugünün “Ham Yobaz Kaba Softasının” en başta gelen istinâd noktası…
“-Nasıl sulandırır ve bulandırırsam, nasıl tenkîs ve tenzîl edersem, nasıl ekler ve abartırsam, nasıl laf kalabalığına getirirsem, nasıl fikir fâhişesi olarak kıvırtırsam, nasıl rüşvet-i kelâm edersem karşımdakiler ve beni konuşturanlar memnun olur; ve (hoca dediğin müşriklere şenlik dağıtan sevimli (şen ..pa) cinsinden olmalı) dedirtirim!”
 Hesâbı… Hesâbın en mülevves ve süflîsi…
Maksad ve hedef, “Hakk-ı sârîhi ketmetmek küfürdür!” diyen 15 asırlık (Mutlak Nizâmın), kabuklu haçlı ve vampir siyonizma güdümündeki dinsizlere hoş gösterilmesi de değil; ve fakat, onlara, reformize edilerek (asliyeti dışına taşınmış) nefsin seveceği bir din îcâdı… Doğru yoldan saptırılarak bir şekle sahib kılınan ve globalizm fitnesi içün korkulu olmakdan çıkarılmış ve “artık bizim küfr ü dalâlet ve şirk ü nifâkımıza bu dinden hiçbir zarar gelmez!” dedirten, tebdîl, tağyîr ve tahrîf edilmiş (muharref) bir dîn inşâı…
BİRKAÇ MİSAL
1) Mutlak Nizâm İslâmiyyet’in 5 ana ibâdetinden bugün en başda geleni; ve topyekûn arzda Allâh irâdesinin hâkimiyyetini te’mîn edeceği dakikaya kadar da mutlak farz olarak aslâ ruznâmeden düşmeyecek bulunan en küllî esas, (CİHÂD)dır…
Zarûrât-ı Dîniyyeden olmak gibi bir vasfıyla da, kendisinde şübhe ve tereddüde bile Şerîat-ı Mukaddesenin (mutlak küfür) dediği, en büyük ve en temel olmazsa olmazlardan biri… İşte bunun, buna “terör” damgası vuran müşrik-münâfık globalizminin korkusunu izâle edecek bir sulandırma ile, işâret edilen herifler ma’rifetiyle rafa kaldırılması hedeftedir…
Tabii bu, mevzu mankeni dansözlüğü ve Sulukule kıvırtışları içinde icrâ edilecekdir… Öyle ki, sunucu denen (Yitik Sulut) nâm münkirin ve TV kanalizasyonu Maber Kürk denen tezgahın nabzına göre öyle bir şerbet sunma sâkiliğine anafirân soyunulacakdır ki, Y. Sulut denen sunucu, “İslam cihad dini değildir!” ma’nâsını tazammun eden aşağıdaki suali, bir hüküm alma veya hüküm kusturma cür’etine kadar vardıracak; ve şirkinin reklamını, sakallı, cübbeli ve fesli “ham yobaz kaba softa” bel’amın önünde, kainata şöyle haykırabilecekdir:
“-HOCAM, İslâm dîni cihâd dîni midir?”
Her sulandırmanın iğrendiren buutlarına girib çıkan bu basmakalıb ezber makinesinin de, kalıbdan ibaret ve kalbden müflis keyfiyetiyle, demediği bir tek şu kalmışdır:
“-Hayır, yok canım, şey! İslâm, öpüşüb koklaşma dînidir, (yurtda sulh ve cihanda sulh) derken, bir yandan da Gariboğlugiller familyası gibi testereli kelle koparma çağı ve çağdaşlığı zamanındayız!?  O Allâh içün (cihâd) falan filân işleri eskide kaldı!!!”
Hulâsa adam, konuşturanlarının nabzına göre öyle bir şerbet köpürtmüşdür ki, vatanı işgal edilen Afganlı, Çeçen ve Iraklı’nın silâha sarılışının, (cihadla) hiçbir alâka bağı yokdur; ve işgalci aşşağılık gâvurları tel’în eden bir tek kelimeye yer verilmez ve vatan müdafaasındakilere Garblı emperyal gâvurların takdığı beynelmilel kötüleme ve küçük düşürme yaftası “İslâm’daki cihâd terördür!” hezeyânı, yobazın ağzından ma’nâ olarak sık sık salyalaştırılır…

2) Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Merhûmun: “Hılafetin lüzumunda şübhe ve tereddüd eden bir adamın, hem mü’min hem âkil olmasına ihtimal veremem!” buyurduğu ve Zarûrât-ı Dîniyyeden olduğunu beyan etdiği (Hılâfet) hakkında, değil sıradan bir müslüman, hele (hoca) hatta Şeyhülislam müsveddesi geçinen bir adamın hafife alıcı ve hatta “iyi ki kaldırıldı!” demeye varıcı sözler gaseyan etmesi, ve : “Halifelik vasfı kalmamış, dinleyen kalmamış, bir hükmü kalmamış!” demesi, aslını inkar etmesinden başka hiçbir ma’nâya da gelemez…
Tarihî ve umumî malûmâtı bu kadar sıfır adamların kanal kanalizasyon dolaştırılarak, millete târîhini ve (aslını) inkâr etdirme seanları içün konuşturulmaları, müslümanların dînine yapılan en ağır bir ihânet ve hakâretdir…
Bugün artık her köşe başında yazılıp çizilircesine ortadadır ki, Yunanlıya karşı “İstiklal Harbi” veren ordu, 9 Eylül 1922’de İzmir’in istirdâdı da dâhil Hılâfet-i Osmaniyye’nin ordusudur; ve İnönü Harblerine kadar bütün harblerin kumandanları, aldıkları her madalyada, Vahidüddîn Cennetmekân Hazretleri’nin tuğrasını taşımışlardır…
Hadi bunları ve bunlarla beraber (aslınızı da inkâr edin); ve böylelikle de, ne olduğunuzu bütün dünyaya hâlâ utanmadan gösterin!
EDEB YÂHU!
EL HAYÂ EL EDEB…
Kellesinde fes, çenesinde kocaman sünnet üzre bir sakal, sırtında cübbe ve mıntıka-yı memnuasında şalvarla (Hocayım!) nânesi yiyen bir insan, efrencî 2010 larda bu kadar kendisini oynatdırır mı, pes…
Dînini semen-i kalil uğruna veya hubb-ı câh aşkına, bu kadar kolay ve gönüllü nasıl satışa çıkarır; ve bunun, kâinâtın en alçak satışı olduğunu nasıl idrâk edemez, yine pes..

3) “Müşriklerin her görüldüğü yerde öldürülmesi!” ile alâkalı söylenilenler de, rüşvet-i kelâmdan başka hiçbir kıymet ortaya koyamaz. Dünyâ küfrünün, İslâm’ın açığı gibi ele aldığı ve aynı zamanda Zarûrât-ı Dîniyyeye müteallık mes’elelerini, müşriklerin keyfine ve hoşuna gidecek ve onları haklı çıkaracak şekilde sulandırıb bulandırmak ve yumuşatmak, Sûre-i Tevbe’nin 5. Âyet-i celîlesi üzerinden de utanmadan irtikâb edilmişdir…
Mücerred o âyeti ele alıb “ma’nâ veriyorum!” diye, diğer hükümleri de o âyetin husûsuna tahsîs etmek, hangi usûl kitabında yazar, bilen beri gelsin! Mevzu’ ile alâkalı diğer bütün âyet, ehâdîs ve icmâ’ bilinmeden bir hükme gitmek, Allâh’ın dînini yıkmakla aynı netîceyi verir; ve bu, İslâm adına cinâyetdir… Tevbe sûresini, en az 35. Âyet-i celîlesine kadar topluca ele almadan Harbî İslâm düşmanlarının cezâsını, sâdece Tevbe 5. Âyetin husûsu ile tahdîd etmek, Allâh’dan korkmakla değil; ve fakat modernite ve reformite bulaşığı laiklikçilere, ancak şirin görünme şarlatanlığı ile kabil-i te’lîf edilebilir…
Nerde kaldı ki, zikri geçen mes’ele, ictihad ehliyetine sâhib en üst ulemânın fehmine muhâtabdır… Ve mu’teber Fıkıh müdevvenâtına bakılmadan söylenen her söz, işkembe hamûlesinden başka bir manzara da ortaya koyamaz… Televizyon şarlatanları, değil bu seviyede adam olmak, “ma’nâ veriyorum!” diyebilmek içün bile, “Men fessara’l-Kur’âne bire’yihî fekad kefer!” hadisini de hatırlayıb titremelidirler!
Bu Harbî keferelerin cezâsı, laik sistemleri aslâ bağlamaz; ve bu, hükûmet-i İslâmiyye’nin tasarrufu cümlesindendir… Laik bir sistemde, bu sistemin kânûnuna ters bir şer’î hükmü, laik sistemin kânununu şer’î imiş gibi gösterib ortadan kaldırarak takdîme kalkmak, kataküllinin en iğrencidir!.
İlim haysiyet ve şerefi taşıyan bir adamın, bu dereke küçülüp kendisini konuşturanlara bu kadar bel’amlık etmesi, rûhî bir illete mübtelâ olmakdan ileri gelmiyorsa, mutlaka ileri bir şeytanlıkdan imbiklenmektedir…

Açarsın bilfarz ağzına aldığın Elmalılı tefsirini ve yalınız Tevbe 5. Âyeti değil; Tevbe 5. Âyetden en az 35. Âyete kadar hecelersin; ve yediğin haltın azametini, daha meâller üzerinden bile görürsün! Tabii utanmak ve hayâdan eser kalmışsa…
C.Y. adındaki sahne şeytanıyla, adı güldürü ustalığında zikredilen; ve hezeyanları hıtâmında o şeytanın skeçlerine meydanı terk eden  adamların i’rabdaki yerleri, ne kadar “zerdûz palan da vurulsalar!” apaçık ortadadır; ve bunları hoca kabul etmek, aklı başında bir adam olmakla kaabil-i te’lîf edilemez…
“Teaddüd-i Zevcât” gibi “Zarûrât-ı Dîniyyeden” bir Şeriat esâsının nasıl bir dümbüllülükle tulûat sahnesi malzemesi yapıldığı şenâat ve denâatına da nasibse devâm ederiz…

20 Mayıs 2010 Perşembe

“ BİZ BATILILARA LOZAN'DA SÖZ VERDİK, İSLÂMİYYET'İ HALKA UNUTDURACAĞIZ.

MÜTEVEFFÂ BAY BAYAR: BİZ BATILILARA LOZAN'DA SÖZ VERDİK, İSLÂMİYYET'İ BİR ZAMAN SÜRECİ SONUNDA HALKA UNUTDURACAĞIZ. BEN, BU SÖZÜN BEKÇİSİYİM. BENDEN SONRAKİLER DE BU VAZÎFEYE DEVAM EDECEKLER." 


TÂRÎHÎ MÜHİM BİR HÂTIRÂ…


DİB denen yeri ve (layıklık) denen (anti-İslâm) jekoben ideoloji iyi anlamak içün evvelâ bir hâtıra nakletmeliyiz:
5 nisan 2005 tarihli yazısında hukukçu Süleyman Arif Emre, "Layiklik slogan hâline getiriliyor" serlevhasıyla şu câlib-i dikkat satırları kaydetmektedir:
"-Laiklik denilince, Ankara hukuk fakültesinde Lozan dersi veren Prof. Süheyb Derbil'i hatırlarım. Hoca, Lozan muâhedesinin gizli müzâkere safhalarını anlatırken, “Biz Lozan'da, batılılara, zamânla bu millete İslâm'ı unutduracağız diye söz verdik... Bu söz üzerine, sert tartışmalar bitdi ve böylece muâhede imzâlandı” demişdir... "

Süleyman Arif'in yazısı, Çankaya'yı da içine alan bir hâtıratla daha da câlib-i dikkat olarak şöyle devâm ediyor:
"-Bu gizli anlaşma hâdisesini, Eski cumhûrreislerinden C. Bayar da te'yîd etmişdir. 1965 devresinde Gümüşhâne meb'ûsu olan arkadaşım Ali İhsan Çelikkan anlatmışdı. Ali İhsan Çelikkan, hukuk fakültesi talebesi iken, Millî Türk Talebe Birliği teşkîlâtını temsîlen bir hey'et hâlinde Celal Bayar'ı ziyâret ediyorlar. Söz, LAYİKLİĞİN ESAS GÂYESİNİN NE OLDUĞU MEVZÛUNA GETİRİLİYOR. Bayar onlara: "ÇOCUKLAR BİZ BATILILARA LOZAN'DA SÖZ VERDİK, İSLÂMİYYET'İ BİR ZAMAN SÜRECİ SONUNDA HALKA UNUTDURACAĞIZ. BEN, BU SÖZÜN BEKÇİSİYİM. BENDEN SONRAKİLER DE BU VAZÎFEYE DEVAM EDECEKLER." Diye beyânda bulunduğunu Ali İhsan Bey bana nakletmişdi..."

İşte “Türkiye'de layiklik” denildiği zaman, bu hakîkatler mutlakâ nazar-ı i'tibâre alınmadan yazılıp söylenecek her şey, sâdece abesle iştigâldir; ve bunun, hiçbir ma’nâ ifâde edemiyeceği de apaçık ortadadır... Yani haçlı ve siyonist cenâh VE BUNLARIN İŞBİRLİKÇİLERİ, “Lozan Zaferi!” diye millete dayatılan gözküllemenin, bâlâda zikri geçen gizli maddesi ile, Türkiye’de bin yıldır huzûr ve sükûn içinde yaşayan kavimlerin ikiye bölünmesine sebeb olmuşlardır. Bir tarafda “İslâm yok edilemez!” diyen Müslümânlar; diğer yanda da "İslâm yok edilecek" diyen ateist laiklerden ibâret, batılılarla sözleşmeli işbirlikçi takımlar...
90 seneye yakın bir zamandan beri milletin üzerine “bölücüler, mürteci’ler!” diye durub dinlenmeden her mekân ve fırsatda, devlet silâh ve imkânları ile yürüyenler; ve her 10-15 yılda bir (darbe ve ihtilâl) ihtilâcları ile Anadolu halkını ve bilhassa Oğuz Müslümanlarını sabataist (dönme) cenâh adına ortadan kaldırma hesabları yapanlar, inkârı gayr-i kâbil bir vâkıa olarak karşımızdadır…
İşte, batı denen mimsiz medenîler ittifâkı, İslâm Ülkesini ikiye ayırarak, milleti de, “biribirine kırdırma" usûlü ile onlara "soykırım" tatbik etmişdir...


YARDAKZÂDE FAMİLYALARININ TOPU DA, ŞU SUALLERE ERKEKÇE VE MERTÇE CEVÂB VEREBİLECEKLER Mİ?.

İmdi, eski çamların BARDAK olduğundan bîhaber bu yardakzâde veznindeki BARDAKZÂDE’ye, aşağıdaki sualleri sorunca, müddeamızın isbâtını da apaçık ortaya koymuş olacağız:

1) Kem-kümle de olsa çenesi işleyen bu sarıklı Başpolitikos, dünyanın neresinde “ben laik, dembokratik, sosyal, hukuk devletiyim!” diyen bir teşkîlâtın (organizasyonun), Müslümanların dînini yasak edib avcuna alarak ve cendereye sokarak, “dininizi ben ne kadar ve nasıl istersem o kadar ve öyle öğreneceksiniz!” dediğine rastlamışdır?…
O zaman bu DİB, neyin, nasıl ve ne kadar “hizmetindedir!?”

2) Halüsinasyon uzmanı olarak göz boyamanın evc-i bâlâsındaki bu başpolitikos, devletin, (hangi dîni) mühimsediğini, neye samanyollarıyla samanaltı ve sümenaltı yapıp göz küllüyor?. Erkek adam, ism-i cinsle minder dışından lâf sıkmaz, tahsîs eder ve erkekce der ki:
“-Bu milletin dîni Müslümanlıkdır; devlet, Müslümanlığı (mühimsiyor); Müslümanlığı mühimsediği içün de İslâm Dîninin hizmetlerini sağlıklı ve doğru yürütmek için şurayı ve burayı kurmuşdur!”
Hadi böyle desin de görüverelim! Mütevveffâ Mason Bay Bayar’ın yukarıya aldığımız sözü anlaşılmadan, T.C.de hiçbir şey anlaşılamaz…
“Dîn” lâfzının arkasına sığınarak ve sarık cübbeye de bürünerek gözküllemekle, nereye kadar gidilir; ve ne zamana kadar “müslüman!” geçinilir?
Sarıklı-Başpolitikos, neden “Müslümanlığı=İslâmiyyet’i” ağzına alamıyor da durmadan “din de din!” diye geveleyib duruyor!?. Diyemiyor, diyemez ve diyemiyecekdir!. Çünki, “Lozan’da Türkiye’den Müslümanlığı belli bir zaman içinde unutdurub kaldırma sözü verenler”, bu DİB denen yeri, bu “hizmet!” nânelerini yemek üzere kurmuşlardır…
Aksi halde Lozan’a ters düşerler ve kabuklu dostarı da analarını beller; ve sittîn sene bunları, AB kabuklular meclisinin içine kabûl edib oranın beslemesi yapmazlar!. Başpolitikos “din” kelimesiyle malı götürmenin ve Başpolitikosluğunun icâbını yapmanın peşindedir! Ancak sanmasınlar ki, bu dümenleri yutacak sürü sürü “uluslar” olsa da; yutmayıb, i’câbında gerekenleri gerekdiği zaman ve zeminlerde yapmak içün yepyeni bir nesil, dirilmenin resm-i küşâdını yapmak üzere mevcuddur…

3) Devlet dîni mühimsiyormuş, hangi dîni?. Erkek olan bunu da söyler!. Devlet, dîn hizmetlerini sağlıklı ve doğru vermek içün DİB’i kurmuş, hangi dînin hizmeti içün kurmuş?. Erkek olan bunu da söylemeli, hem de apaçık, kem küm ederek değil!.
 Evet hangi dinden bahsediyorsunuz sarıklı politikoslar ve yardak vezninde bardak familyaları?. Eski çamlar çokdaan bardak oldu diyoruz bay sarıklı politikacılar! Siz hâlâ bırakılan yerde otlamaktasınız!. “Balyozcular!” az geldi, bir de siz bu milletin “dînini-îmânını” balyoz-yazboz tahtasına çevirin, bakalım hayrını görebilecek misiniz?!
“Ulusun” dînini değiştirib onları Müslümanlıkdan ayırın!. Sonra da bir güzel kabuklulaştırın, sonra da onlar, satanistleşib vampirleşsinler… Bakalım evvelâ kimlerin boynuna sarılıb kanlarını emmek üzere dişlerini, yine kimlerin şah damarlarına geçirip sülük gibi mıhlanacaklar!!!?
Bekleyin, ömrü olan görecek… Testereli Münevverleştirme’lerin bir üst basamağı, öz ellerinizle hazırladığınız mükâfatlarınız olarak karşınıza nasıl çıkacak, bekleyin göreceksiniz!

4) Düzen, hem “laikim dembokratiğim!” diyecek; hem de, “dini mühimseyib ona hizmet etmek içün sağlam ve doğru yollara!” yollanacak… Farz-ı muhal diyelim ki dinden kasıt da Müslümanlık!. O zaman “DİB’in 633 sayılı kânûnu” ile, vâiz ve müftülerin(?) Müslümanlığın muâmelât, ukûbât, münâkehât, mufârekât, miras, bey’ ve şira’, ahkâm-ı sultâniyye.. gibi yüzlerce dînî, îmânî, şer’î ve zarûrât-ı dîniyyeye müteallık temel mes’elesini anlatmalarına neden yasak konulmuşdur?.
“Siz âlemi kör, herkesi sersem mi sanırsınız” çorbacılar?. Hangi mızrakları hangi çuvallarla nereye aşırmanın peşindesiniz; ey, sarıklı bel’am ve cübbeli politikoslar!?.

İSLÂMİYYET’İ LAİKLİK İLKESİ DOĞRULTUSUNDA YÜRÜTMEK DEMEK, (HÂŞÂ VE KELLÂ) İNSANIN PEŞİNDEN ALLÂH AZZE VE CELLE’Yİ YÜRÜTMEK DEMEKDİR Kİ, BÖYLE BİR ŞİRK VE SAPIKLIĞA, DÜNYÂ TÂRİHİNDE TÜRKİYE’DEN BAŞKA HİÇBİR YERDE ASLÂ RASTLAYAMAZSINIZ!

5) O 633 sayılı DİB kânunu ile, Müslümanlığın yasak edilerek, ancak “îmân, ibâdet ve ahlâk” kısımlarının, o da “Laiklik ilkesi doğrultusunda!” anlatılabilme mecbûriyyetini “ulus” yutar ve “ulusalcılar da öpüp başına koyar” ammâ, “ANADOLU MÜSLÜMANLARI”, millet-i İbrâhîm ve aklı başında insanlar yer mi?.. Üstü topaç, altı kıraç ve sûreti-endâmı (Altıkulaç) biraderiniz, 978-79’larda DİB’inizin başına geçirildiği gün:
“-Yüce din hizmetlerini anayasa çizgisinde yürüteceğiz!”
Deyû utanmadan ve arlanmadan ve bütün ins ü cinne karşı beyânât verdi mi vermedi mi?.
 Ve bu da, kânûn icâbı bir rezillik mi değil mi?. Yani tapındığınız kânûnlarınız, Evren Anayasası ile hududlarını çizmiyor mu? O yerin dibine geçesi darbe ana bilmem nesi, Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Kıyâs-ı Fukaha’dan ibâret ahkâm-ı Şer’iyyeyi, “Laiklik ilkesi doğrultusunda yürütülecek!” hükmüne bağlarken, böyle bir yürütme işi, Şer’an, aklen, mantîken, vicdânen, tab’an, fikren ve vahyen mümkin midir, yoksa mümteni’ midir, müstahil midir, muhal midir?
Müteveffâ Fâlih Rıfkı Atay, 61 anayasası içün “Yerin dibine batsın böyle anayasa!” diye Dünyâ gazetesinin başmakâle sütununda 1961’de yazı yazdığı zaman, o bile beşerîlik ortak paydasında beraber olduklarının anayasalarına bir kere tehammül edemezse; bir müslümanın, 61 ana bilmem nesinin 81 deki yine beşerî bir versiyonuna, sonsuz kere tehammül edememe hakkı neden olamasın!?.  Bu nâmütenâhî butlan, şirk ve sapıklık (Vahiy) ile nasıl kabil-i te’lîf edilebilir? Ve vahy ile sâbit bir nizâm, sistem ve kânunlarını, o beşerî  anayasanın emrinde nasıl işletecekdir; ve böyle nâmütenâhî bir (şirk) karşısında kimlere lâ’net veya rahmet okuyacakdır?
Anayasanızda “Din hizmetleri laiklik ilkesi doğrultusunda yürütülür!” diyen   bir anayasa maddeniz var mı yok mu?..
Yok deyin hadi!
Darbe heybe ana-avratyasalarının ıvır zıvır 28 maddesi değişecek yok değişmeyecek şeytanlaşmaları içün dârü’n-nedve’de gırtlak gırtlağa, yaka-paça, tırnak parmak kıra çıkara boğuşan ateşlik mahrûkât, bir tek a’zâsıyla olsun o ana-avratyasanın şu “din hizmetleri laiklik ilkesi doğrultusunda yürütülür!” diyen su katılmamış şirk ve İslâmiyyet’e nâmütenâhî ihânet ve hakâret maddesi de kökden kazınıb atılmalıdır!” diye bir cümlecik beyân edebilmiş midir?. Şimdi milleti 12 Eylülde referandum oyunu içün çadır cambazhânesine sokub oynatacaklar!. O ulus da, bu oynatılmalarını göremediği içün sittîn sene daha kimbilir nasıl oynayıb duracakdır!. Yarın Hesâb Günü, o müslüman(!) ulus Kitabın haber verdiği şekliyle ateşlerin içindeki mahlûkât ve mahrûkât olduğu zaman mefhûmen şöyle cıyaklayacakdır:
“- Yâ Rabbî! Bizi dünyadaki krallarımız, imparatorlarımız, liderlerimiz, parti pırtı başkanları ve k..kanlarımız, şeflerimiz, führerlerimiz, duçelerimiz, katerinalarımız, manukyanlarımız, kuyruklu aslanlarımız, sarıklı şeytanlarımız, diyalogçu hoşfendilerimiz, cübbeli şarlatanlarımız, çok baygın bakışlı ve kadın dudaklarına el veren kallâvî sarıklı şeyhlerimiz aldatdı, kandırdı, Hollanda ineği gibi sağdı, ligorn tavukları gibi altın yumurtlatdı, eşşek gibi yük taşıtdı, kullandı, gözlerimizi külledi, morfinmanlar gibi uyuşturdu.. asıl şuçlu onlar, bizi onlar aldatdı, asıl onların azâbını (muda’af ve müşedded) kıl!”

6) Sayın maaşlı, besili, semiz ve diplomalı, ehl-i hizmet bel’amlar! “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh Azze ve Celle’nin” yine noksan sıfatlardan münezzeh nizâmı olan Müslümanlık, şunun bunun çoluk çocuğunun peydahlayıb benzetdiği ve “deldirtmem” demesine rağmen de delik deşik etdirdiği ana-avratyasaların tâbii olarak o ana-avratyasaların “laiklik ilkesi!” peşinde yürütülürse; ve o ana-avratyasalar metbû’ olursa, o zaman o ana-avratyasalar Cenâb-ı Hakk’ın başına ve tepesine (hâşâ ve kellâ) ilâh olarak dikilmiş olmaz mı???.
Hadi “olmaz!” deyin…

7) O “ana-avratyasaları”, şu memleketde delmeyen, delik deşik etmeyen kim var?. Darbeci ve heybeciler mi, yoksa “anayasa mahkemesi” denilen tapınak râhipleri mi?. O ana-avratyasanın apaçık alâkalı maddesine göre “gerekçeli (esbâb-ı mu’cibeli) karar” i’lân edilmeden hani tapınak râhibleri kararlarını açıklayamazdı?!. Hani “yürütmeyi (icrâyı) durdurma kararı” veremezdi!?. Yeryüzünde, ana-avratyasaları deldirmemek üzere ihdâs edilen “Ana-avratyasa mahkemelerinin”, bizzat kendilerinin o ana-avratyasaları delip kalbura çevirdiği ikinci bir memleket var mı?.
Hadi “VAR!” deyin…
Üstelik bu sarıklı politikoslar:
“-Yüce dîn hizmetlerini bu tür ve bu cinsiyetdeki ana-avratyasaların “Laiklik ilkesi doğrultusunda!” ve çizgisinde yürütecekler!!!”
Nihâyet yürümediği ve yenmediği ortaya çıkdı; ve onun içün de, işte böyle abuk sabuk gerzekçe beyânlar gaseyân edilmeye başlandı…
Bu rezâlet kere rezâletlere, hatt-ı üstüvâ ormanlarındaki pigmeler ve buşmanlar bile altlarını ıslatırcasına kim bilir nasıl gülüyorlardır!…
24 saatde tam 540 kere Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle’yi noksan sıfatlardan tenzîh eden bir müslümanın, bu nâmütenâhî şirk, zulüm ve dinsizlikleri ve binnetîce dîninin yasaklanıp yerlerde süründürülmesini ve pabuç hırsızına çevirilmesini yemesi mümkin midir?.. Kelâm-ı Kadîm’de Allâh Azze ve Celle bu kabil aşşağılık suç işleyenlerin, Allâh'ın, meleklerin ve bütün insanların lâ’netine uğrayacağını beyân etdiğine göre, sizler ve hükûmetleriniz ve çoluk çocuğunuz ve sülâleleriniz ve bilcümle ervâh-ı tayyibe ve gayr-i tayyibeleriniz, acaba iki cihanda rahat yüzü görebilecek midir?.

8) Müslümanlığı resmen ve alenen Türkiye’de yasak edeceksin, sonra da zerre kadar utanıb arlanmadan:
“-Devlet dîni mühimsiyor dîn hizmetini sağlam ve doğru yapmak içün DİB’ler DÜB’ler, DÜDÜKLER, DÜMBELEKLER çalıyor!”
Diyeceksin!.
El hayâ el edeb yahû… Üç paralık yiğitlik, mertlik, erkeklik ve dürüstlükden nasibi olan bir mahlûk, kabuklu bir zangoç bile olsa, böylesine yalan ve dolanlarla ortalığın gözünü küllemeye tenezzül eder mi?..

9) Başpisikopos veznindeki T.C.başpolitikosları, acaba kendi öz pırasasörlerinden Mümtaz Soysal nâm “Atatürk ve Cumhurlop mü’mini zâtın” yıllarca evvel, Milliyet cerîdesinin başmakâle sütûnunda yazdığı yazıyı, neden hiç hatırlamazlar?. Ne diyordu Soysal:

“-DEVLET, 100.000 DİN GÖREVLİSİNE, DÎNE HİZMET ETSİNLER DİYE DEĞİL, DEVLETE DİNDEN BİR ZARAR GELMESİN DİYE HER AY MAAŞ VERİYOR, DİYÂNET’E HER YIL BÜTÇEDEN ŞU KADAR PARA TAHSÎS EDİYOR…”

Yardakzâde veznindeki Bardakzâdeler! Söyler misiniz devlet sizi ne içün besliyormuş!? devlet kesesinden, yani Manukyan vergilerinden akan akıntılarla daha da kabaran bütçeden, damızlık danalar gibi niye besleniyor muşsunuz?. Sarıklı politikosların hazım cihazlarına BİNBİR YOLDAN GEÇEREK ve derlenip toparlanarak akıtılan o maaşlar, ne işe yararmış!? Devletin iki Profesöründen biri ateist Mümtaz, ötekisi ise sarık cübbe altındaki Kastamonulu Bardakzâde Ali Bey!. Hangisi bin kere daha doğru ve dürüst…

10) 2009’un ilkbaharında bir televizyon programında kabuksuz Mümtaz Soysal’la Hollandalı parlamenter kabuklu Lagendijk arasında bir mübâhese cereyân etmiş ve Soysal aynen şöyle demişdi:
“-Diyânet İşleri Başkanlığı, dînin (Müslümanlığı kastediyor) cümhûriyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!”
Bardakzâde Sarıklı Başpolitikos Ali Bey, acaba bunu da mı iki kulağının biriyle olsun işitmedi ve (esmeu ve atîu) diyemedi!?
Dedik ya Bay Bardakoğlu! Eski çamlar artık (BARDAK) oldu bardak
Demek ki senin köşeli kellene göre, Müslümanlar “kabuklu bir gayr-i müslimin düşünce ve inanışına (saygı) gösterib!” hürmet ve ta’zimde ve ihtiramda bulunmadı mı, şapka çıkarıb eğilmedi ve kıçını da bulutlara doğru kaldırmadı mı, o müslüman “dünyayı cehenneme çeviren!” bir terörist, hattâ Talibân sergerdesi… Yaşatman urun haa!.
Bunlar, ABD, AB, Vatikan ve Telaviv cânibinin kaç numaralı (balyoz), pardon (yazboz) samanyollu samanaltı darbe talimnâmesinden önüne konuluyor?.. Bunlar hangi harb oyunlarının, seminerlerinin, tatbikatlarının ve abant konsüllerinin planları?
Yemeyiz evlâd!
Senin kaç katını gördük biz!

11) Burada üç ibâre var, biri Bardakzâde’nin, ikisi Mümtaz Soysal’ın… Mümtaz Soysal’ın iki ibâresi biribirini tam tasdîk ederken, Bardakzâdenin cümlesini ise tam tekzîb ediyor. İbretlik olduğu için tekrar görmekde çok büyük fâide vardır. Çünki bu milleti sarıklı-sarıksız-yularlı-yularsız-mürid-tirit-hoca-baca-cübbeli-cübbesiz nice şarlatanlar çok oynatdı ve hâlâ da oynatmaktadırlar. Bunları ayne’l-yakîn görüb bilmekde sayısız faideler olduğu şübhesizdir. Böyle ibretlik manzaralar, vesîka çapında da pek kolay ortaya çıkmazlar. Yakalamışken doya doya seyr ü temâşâ eyleyelim deriz…
Yıllarca evvel Mümtaz Soysal’dan birinci tesbit:
“-Devlet 100.000 din görevlisine dîne hizmet etsinler diye değil, devlete dinden bir zarar gelmesin diye her ay maaş veriyor, Diyânet’e her yıl bütçeden şu kadar para tahsîs ediyor…”
On ay kadar evvel, yine M.Soysal’dan ikinci tesbit:

“-DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, DİNİN CUMHURİYET İLKELERİNE UYGUN OLMASINI SAĞLAYAN BİR KURUMDUR!”

Şu külleme de, Ocak başında Sarıklı Başpolitikos’dan “yardaksal” bir sallama:
“-Din hizmetlerini en iyi şekilde vermek, bunun için kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığının en tabii görevidir. Diyanet İşleri Başkanlığı milletimizin kurumudur. Milletimiz dindar olduğu, dinini önemsediği, devletimiz dini önemsediği için ve din hizmetinin sağlıklı ellerle doğru şekliyle verilmesi önceliği için kurulmuştur."
Bir an, dinden kastın ne olduğunu bir yana bırakarak, Müslümanlığın alâmet-i fârikası (şiârı) olan sarığı köşeli kellesinde taşıdığı içün Başpolitikosun Müslümanlığı kastetdiğini düşünelim!. Erbakan’ın bir ara Cumbaşı namzedi de olan Mümtaz Soysal’ın, Müslümanlığı kastetdiği daha açık ve sarih meydandadır… Çünki onun, (Jakoben Kemalizma) dışında “Hoşgörü-diyalog dîn-i Vatikânîsi” diye bir takıntı ve ıkıntısı yok!
İmdi, bu iki pırasasörden, hangisi süper yalancı ve göz külleyeci ve yusyuvarlak ve simsiyah ve kapkalın çizgilere sâhib!?
Öyle tahmin ederiz ki, bütün dünyâ ins ü cinnîleri bu suâlimizin cevâbını pek kolay vermiş olmalıdır…

12) Ateist ama yüzde yüz doğruyu tesbît edib doğruyu yazmış bulunan Mümtaz Soysal’ın yazısı Milliyet’den bulunabilir.
Bu “saygı-baygı-yaygı” soyu ve sülâlesi artığı laflara neden lüzum görülüyor biliyor musunuz? Gelin yapılan sarımsak 40 gününü doldurdu, kokusu faşoldu da ondan… Çünki adamın reklâmını yapdığı DİB’in ne içün kurulduğu artık gün yüzüne çıkdı? Takke düşdü, kel göründü mollalar!. Öyle DEĞİL Mİ!?

MİLLETİ, ONUN BUNUN DÜŞÜNCE VE İNANIŞLARINA SAYGI GÖSTERECEKSİN DİYE TEHDÎD EDİB ZORBALAŞANLAR, ACABA MEVLÂLARINI MI YOKSA BELÂLARINI MI ARAMAKTADIRLAR?…

HULÂSA:
İşte DİB’in başına Van Minit Receb Tayyib Beyin geçirdiği Başpisikopos veznindeki Başpolitikos’un o kısa ve bir cümleye sığdırdığı zorbalığın, jakobenizmin, nemrutluğun, kamalist ceberutluğun, dağdan inme dayılığın ve sarıklı tulumbacılığın türkçesi böyledir ve bunlardır… Onun bütün cürümlerine, bu adamı DİB denen yerin başına geçiren başda Başvekîl Receb Tayyib Bey olmak üzere bütün hükûmet-i cümhûriyye a’zâları; ve bu innîn ve hadımağası ve iktidârı meflûc AKP’ye re’y veren bilcümle sandık müdâvimleri dahî şerîk ve müşevvikdir…
Ammâ ol devrân değişmişdir; öyle ensesine vurulub lokması alınacak garîbân müslümanların devri de kapanmışdır…

Bu Bardakoğlu mollaları, eski çamların bardak olduğunu bilmez m’ola?!
Vay, kem-küm çenesiyle milletin üzerine yürüyeceğini ve müslümanları tehdîd edeceğini zanneden ve bunca fırıldakları köşeli kellesiyle çevireceğini zu’meden bîçâre vayyy!
Yavaş ol evlâd, senin gibi, senin 7 familyan gibi neler geçdi bizim elimizden…
Çüşşşşş dedirtme…
Akıllı ol…
O koltuk kimsenin kıçına yapışık değil…
Yapışık gibi yaşarsan, birgün hastirnâmeyi yiyince etlerin o üç bacaklı kıçı kırık koltukda kalır, kendini de sokakda bulursun!…
Aklını başına topla…
Toprak altındakileri de dâhil koskoca ve yüz milyarları bulan müslüman millet, o MİLLET-İ İBRÂHÎM, (saygıyı), (yaygıyı), (yargıyı) (kargıyı) ve bilmem neyi Başpisikopos veznindeki Başpolitikos’lardan öğrenecek değil!. Hele hele bu sarıklı politikosların, müslümanları, Allâh Azze ve Celle’nin nice âyetlerle lâ’netlediği gâvur kabuklularının “düşünce ve inanışlarına (saygı) göstermezseniz dünyayı CEHENNEME çevirirsiniz!” diyerek nemrutça ve şirretçe tehdîd etmesini, îmânı yerli yerinde duran bir müslümanın hazmetmesi aslâ ve kat’â mümkin değil…
Cenâb-ı Hakk “…vağluz aleyhim…” buyuracak; ve “düşünce ve inançları!” ile Kelâm-ı Kadîm’den kaçan ateist, laikist, modernist, revizyonist, reformist, müşrik, hoşgörücü ve diyalogçu münâfıklar içün “Kasvereden (aslandan) kaçan yaban eşşekleri!” ta’bîr ve teşhîsi ortaya koyacak; Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi ve Peygamberler Peygamberi Zîşân Alâ Ekmelüttehaya Aleyhisselâm “haçlı, hehûdî, ateist, revizyonist ve reformist ve modernist keferelere “teşebbühü” yüzlerce hadîs-i şerîfi ile mutlak ma’nada ümmetine Kıyamete kadar yasaklayacak; ve İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-i Serhendî Kuddise Sırruh Hazretleri gibi cihan çapındaki din otoriteleri kefere sürüleri içün “onlara meclislerinizde yer vermeyin……” buyuracak; ve  İmâm-ı Şâfi Rahmetullâhi aleyh Hazretleri:
“-Hiddeti çeken umûr-ı meşrûada eser-i gadab göstermeyen zevk-i îmânı tadmamışdır!”
Gibi nice hakîkatları cihana haykıracak; ve  binlerce ulemânın cildler dolusu kelâm, fıkıh, tefsîr ve hadis müdevvenâtı ortada duracak; ve bütün bunlar, Başpisikopos veznindeki sarıklı Başpolitikoslar:
“-Artık dîni ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak inşâ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!”
Dedi diye, keenlem yekün sayılıb rafa kaldırılacak, öyle mi?.
Bu sarık-cübbeli başpolitikoslarla müslümanlığın saptırılıb ortadan kaldırılmasına meydan açan Van minit Receb Tayyib Bey ve onun AKP’si, bu cinâyet ve günahları sebebiyle daha çok vebâllere girecek ve çook çekecekdir… Bizden söylemesi…
Allâh Azze ve Celle’nin dîni olan Mukaddes ve Muazzez İslâmiyyet’le oynamayın!
Sürünürsünüz!
Peygamberlerini dinlemeyen, alay eden ve yehûdîler gibi nice peygamberleri T.C. vatandaşı Gariboğlugiller gibi testereyle kesib katleden nice milletler ve kavimler nasıl sürünüb belâlarını buldular, aynen öyle… 
Cenâb-ı Hakk, HAKK dînine vuran zâlimlerden intikâmını, başka zâlimleri onların kellesine musallat ederek alır… Ay ışığı, sarıkız, kafes, balyoz, yakamoz, tramboz, bilmem neler boşuna sanılmasın! Küfür değilse de, zulüm pâyidâr olmaz!.
“-Onlar vahşîce (balyoz) peşinde, biz de samanyollu samanaltından (yazboz) peşindeyiz, çok mu yani!”
Yılışmaları, bir gün ensenizden girer kuyruk sokumunuzdan çıkar, hem de acıtarak...
Receb Tayyib Bey’in ta’biriyle söyliyelim:
“-Açık ve net söylüyorum, bunu da böyle bilin!”
Bu sünnetullâh’dır…
Misalleri çokdur…
Müntakîm ve Kahhâr olan Allah Azze ve Celle, “İktidâr olduk ama muktedir olamadık!” dedirtir; ve moskof torpili gibi ortada bırakarak da adamı süründürür…

Akıllı olun, insanların şakşakları, gemicikler, Emnânımın hospitılları, arabların “Receb Sultan!” yağlamaları bir gün gelir beş para etmez… Menderes’in arkasından, kimin üç nâralık sesi çıkdı haa?.. Ecdâd ne demiş, kulağınıza küpe yapın:
“-Ağaca dayanma kurur, insana dayanma ölür!”
Cehe…. Partisinin “Ebedî şefi, Millî şefi, Ebterî şefi, Cinsî şefi ve en son Kemâlî şefi olsan âkıbet meydanda! Millî şef 34 sene Cehe….partisi şefiydi bir anjina pektoris adamı aldı götürdü! 18 yıllık Cinsî şef Bay Baykal’ı, kopan çürük bir uçkur lastiği ne hale getirdi! Şimdi âlâ-yı vâlâ ile başlarına çıkardıkları Dede Kemâl, nâm-ı diğer Gandi Kemâl, nâm-ı diğer (Sultan II. Kemâl) de eşkıyâ dedesinden tevârüs etdiği genleriyle biraz horozlaşıb ötmeye başlasın, onun da nasıl bir (şef) olduğu ve kıçüstü yere oturtulacağını ömrü olanlar elbetde görecekdir!
Şunu beyân etmek istiyoruz ki, insan denenler, şimdi ayakda dolaşan ölüler olmuş… Adamı beş pula satarlar da farkında bile olmazsın!!!. Cinsî Şefi etrafı nasıl paketleyib satdı! Ortalık zâten 80-90 senelik katiller ve onların zürriyetiyle kaynıyor, toprağın altı silah, üstü darbe plânından geçilmez olmuş! Böyle bir hengâmede, DİB’in dibindeki sarıklı “revizyonist”iz diye şecaat arzeden Yardakzâde veznindeki Bardakzâde yobazlar:
“-Kabuklu-kabuksuz bilcümle gâvurların düşünce ve inanışlarına saygılı ve hürmetkâr olmazsan dünyayı cehenneme çevirirsin!”
Herzesiyle müslümanlara zorbalaşıb, orda burda fitne fesad peşinde…
 Balyozcular tepenize balyozlarını indirince mi uyanacaksınız bre gâfiller!. Van Minit Receb Tayyib Bey de “fitne fesâd çıkarıyorsunuz!” diye darbeci avukatı Baykal’la postal öpücü Bahçeli’ye çıkışıb duruyor! Ammâ kendi yedikleri haltları görmeye gelince, sütden çıkma ak kaşık cici beyler…
Van Minit şakşakçıları ve cümle sarıklı politikoslar! Bu başpisikopos veznindeki sarıklı başpolitikosun Müslümanlık ve müslümanları tehdîdini nereye sığdıracaksınız?. Balyozcuların “iç tehdîd” diye Müslümanlık ve müslümanları imhâ planlarına siz de bu türlü destek verince, onlardan farkınız ne kalmış olacak?. ABD’nin Pensilvanyalı Hoşfendisi, ve AB, Vatikan, ve Telaviv hattının balyoz değil ammâ “Müslümanlığa yazboz ve klerikozlu darbe planlarınız!” da, sizin yanınıza kâr kalacak öyle mi?. Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle meâlen:
“-Herkes bekliyor, siz de bekleyin, sırât-ı müstakîmde ve hidâyetde olanları yakında bileceksiniz!”
Buyurmuyor mu?.
Bekleyin, çok kalmadı, yakında siz de BİLECEKSİNİZ ve göreceksiniz! Bir gün ve er veya geç defteriniz dürülecek… Etrâfınızda Çoban Sülü kadar bile şakşakçınız kalmayacak! Bir zamanlar önünde el pençe divân durduğunuz ve “kerâmet buyurdunuz hocam!” deyû rükûlara vardığınız Hazret kadar bile etrâfınızda fırıldağınız barınamayacak!…
Bunca aç kurtların arasında ve kudurmuş bir sürü muhâlefetin bıçak sırtlarındayken, bir de utanmadan milleti:
-Şunun bunun bilmem hangi kabuklu gâvurun düşünce ve imanına saygılı olacaksın, yoksa dünyayı CEHENNEME çevirirsiniz!”
Diye en şirret ve nemrutça tehdîd ve hakâretle sindirme kuduruşuna geçmek…
Manzaranız o kadar müşrikçe, gerzekçe ve ahmakça ki, îzahı içün lûgatlarda kelime bulunamaz…


BİR ZAMANLAR NECMÜDDÎN-İ SİNÔBÎ HAZRETLERİ DE MİLLETİ “PATATES DİNLİLER” DİYE TEHDÎD EDİB, “SAKALLI HÜSNÜÜÜ!” DİYE ESİB GÜRLÜYORDU!..

“Millî Görüş Lideri 54. Hükûmetin Başbakanı Prof. Dr. Necmüddîn-i Erbakânî Es-Sinôbî Hazretleri” de, Osmanlı’yı yıkmakda İngilize uşaklık eden vehhâbîlerle “kültür anlaşması” imzâlamışdı... Şimdi de Erbakan’ın sâbık ve sâkıt talebesi Van Minit Receb Tayyib Bey, ABD uşağı Vehhâbi kralının mükâfât ve nişanları ile gûyâ taltif ve okşanma görüb, AB kabuklularına karşı müşteri kızıştıracak ve onları kıskandırıverecek!.
Cim. Efgânî denen mason ‘maskaranın’ müridi, Mısır Müftüsü mason Abduh… Bu Abduh masonunun da tiridi Reşid Rızâ… İşte bu R.Rızâ denen soytarının “Mezâhibin Telfîki” nâmındaki erâcif sıçratan kitabını, Erbakan DİB’inin başındaki bakan Süleyman Ârif, 1974’lerde Haltettin Karamânî denen telfik cambazına sâdeleştirtib el altından ve devlet kesesinden de bastırıb, her tarafa bulaştırmışdı?.
Necmüddîn-i Erbakânî Es-Sinôbî Hazretleri, sapık i’tikadlı Salamon Ateş’leri sarıklı DİB Başpolitikosu yapdı da, hatta Alamanya’daki yardakçılarıyla “halîfemiz!” dedirterek zavallı gurbetçilere kakaladı da; ve taa Roterdamlar’da bir takım finolarını bir takım müslümanların üzerine saldırtıb o müslümanları “yahudi askeri!” i’lân etdi de, hangi koltukları ve cennetleri kazandı ve kimlere yaranabildi!?.
Hazret-i Necmü’l-meâb, “Osmanlı Şerîat Düzeni!” diyerek İslâm’la boğuşan Müteveffâ Cücevit ile koalisyon yapıb, kendisine rey vermeyen ehâliye “patates dinliler!” deyû zorbalaşdı da, hangi cehennemlerin azâb-ı elîminden necât bulabildi?!!.. 
Ve müslümanlara tepeden bakan ve hakâretler yağdıran enâniyet putlarının encâmı ne oldu?.
En sonunda da, o nev’-i şahsına münhasır meşhûr kibirperestlik ve hayâlperestliğiyle Çiller’le yola çıkarak, o mason dişisiyle oynaşmış; ve bunun da yanına kâr kalacağını sanmışdı!. Dahî, önünde eğilmeyen ve “kerâmet buyurdunuz efendim!” deyû el oğuşturmayan bazı müslüman tâifelere “patates dinliler!” deyû yüklenme zorbalıklarının hâsılasını da, hâlâ devşirebilmiş değil!.. O da, Receb Beyin “gemiciği ve Emnânımın hospıtılları!” gibi “gemiciğini ve ehibbâsını ve el öpenlerini” yüzdürmeye kalkmışdı!. Yüzdürebildi mi?!.
Bir ayağı çukurda, para pul su-i isti’malleri içinde kalıb tazminât bataklıklarına düşmedi mi?. Şimdi yem ve gaz vererek koşuşturtdukları ve tecrübe tahtası noksan Nu’man Bey ile, “hamamın nâmûsu nasıl kurtulur” hesâbındalar!. Dünyâ ve millet yerse…
Yâ Ulu’l-elbâb! İbret almaz mısınız!?
Bu cihâna müslümanlara tepeden bakan ne zorbalar zorbası nemrutlar, ne fir’avnlar, ne krallar, ne diktatörler, ne cumhurlob başları ve ne parti-pırtı diktatörü üç kâğıtçılar geldi… Dünyâ onlara kalmadı da, bu “kabuklu gâvurların düşünce ve inanışlarına saygı göstermezseniz dünyâyı cehenneme çevirirsiniz!” diye milletin üzerinde zorbalaşan ve müslümanlara tepeden bakan Başpisikopos veznindeki sarıklı-cübbeli DİB Başpolitikosu Ali Baba mollacığına mı kalacakmış!..
Kıçlarınızın altına tâğûtî koltuklar sürülünce şımarır ve müslümanları tehdîd edib onlara da “Van Minit” çekeceğinizi sanırsanız, biliniz ki karşınızdakiler aslâ yahudi Perez ve Teres takımı iblis oyuncakları değildir!. Eski çamlar çokdaaaan yardak değilse de, bardak oldu, ne oldum delisi çeyrek akıllılar!.
Yardakzâdelerinin dizginlerini çekemeyen, tam tersine onların önünü açan ve her haltlarına şerik olan şiirsever Van Minit Receb Tayyib Bey’e, bildiği bir beyti de hatırlatmakda pek büyük fâideler vardır:

“HAKK SİLLESİNİN YOKDUR SADÂSI,
BİR VURDU MU DA YOKDUR DEVÂSI!.”

Neyse, sözün özü şu:
“-Arayan Mevlâsını da bulur, belâsını da!”

(2) MÜTEVEFFÂ BAY BAYAR: “LOZAN’DA VERDİĞİMİZ SÖZ GEREĞİ TÜRKİYE’DEN MÜSLÜMANLIĞI TAMÂMEN KALDIRACAĞIZ!”



Yehûdî-haçlı dünyâsının 15 asırlık azılı İslâm düşmanlığı, bütün dünyânın kabûl etdiği ve aslâ inkâr edemiyeceği bir vâkıadır. Bir ve yegâne gâyeleri de, beşeriyeti soyub soğana çevirerek kanını emmek üzere te’sîs etdikleri vahşî ve kan dökmekden ibâret şeytânî saltanatlarının devâmı...
İslâmiyyet ise, bu mutlak zulüm saltanatına kat’iyyen mâni’ olan ve (dünyâ adâleti) hedefine yürümek üzere vaz’-ı ilâhî olarak hâkimiyyetini ortaya koyan Mutlak Hakîkat… Şu halde dünyânın başbelâsı o zâlim ve vahşî yehûdî-haçlı saltanatının ortadan kaldırılması da, Müslümanlığın vücûd hikmetlerinden biridir. Bunu çok iyi bilen vahşî zulüm dünyâsı içün, İslâmiyyet’in (yok edilmesi), onlara göre en başda gelen bir çâre olacakdır… Bu uğurda, Müslümanlığın dış düşmanı olarak irtikâb etdikleri bin türlü harbler, cinâyetler, hâinlikler, tasallutlar, soygun-vurgun ve insanlık dışı şenâat ve denâatler, onları gâyelerine vâsıl edememişdir… Buna binâendir ki, müslümanların içinden yetişdirecekleri hâinler eli ile millet-i İslâmiyye’yi yıkıb yok etmeyi, son ve en müessir bir çâre olarak ele almışlardır…
Bir evvelki nüshamızda arz ve beyân etdiğimiz üzre, gâvurcasıyla “otokolonial” sistemlerle, müslümanlara âid kaleleri içden düşürme devrini başlatdılar; ve bunu da, düzinelerce parçaya ayırdıkları memâlik-i İslâmiyye üzerinde mevki-i tatbîka koydular. Birinci harb-i umûmî âhirinde ortaya çıkardıkları nice sun’î, hormonlu, işbirlikçi, yardakçı ve “bağımsız(!) devletler” ile, bu gözboyama ve kataküllileri, dünyâ salaklarına da şifâ niyetine yutdurup durdular… Hâlâ daha da, (hâşâ min huzûr) hınzır gribi soyundan muhayyel, “domuz aşısı!” misillü de muhavvel oyunlarla, onların kanlarına zerk ile, cirolarını yükseltib kan emmeye devâm etmektedirler…
Bay Bayar’ın ateist, cumhurlopçu ve masonik familyasına Lozan’da kabûl etdirdikleri en baş madde de, andlaşmanın gizli maddelerinin en temel umdesi hâlinde işte budur…
Gerçi bu noktaya, 1923 de imzaladıkları o mâhut andlaşma ile bir anda yüz yüze gelerek vâsıl olunmamışdır. El-ense çekmeler, sondajlar ve müzakerât ile gizli muhâberât ve istihbârât, nice yıllar evvel ve bilhassa Anadolu’nun işgâli sıralarında (1918’lerde), bilâhare de 19-20-21-22’lerde, muhtelif mülkî ve askerî zevât ile ve bilhassa İngilizler arasında ve ruznâmenin en baş maddesi hâlinde müzâkere edilmişdir… Gizli ahd ü mîsâklar ve gizli plânlar, müstakbel “halâskâr ve kurtarıcıların” hangi pazarlıklarla hangi mevkileri ihrâz edeceklerinin senaryolarına malzeme teşkîl etmişdir…
Bilhassa İngilizin kadîm (anti-İslâm) ve (anti-Hılâfet) siyâseti ve bunun dayandığı devâsâ şeytanlıklar, bu mevzuun baş aktörlerini de ta’yîn etmişdir… İngilizin bu senaryoda bir tek tetik çekmeden ve burnu bile kanamadan rolünü pek ustaca oynadığı, içimizdeki hâinlerle salakların küllemelerine rağmen, bütün dünyânın da ma’lûmudur… Böylece plân, Yunanlının “megalo-idea’sını” köpürtmüş; ve Anadolu’yu da palikarya sürülerinin önüne müştehâd bir tâze olarak yerleştirmesini bilmişdir! Ayrıca buna munzam, Anadolu insanını da artık belini doğrultamaz hâle getirmek içün meşhûr ve kadîm “İngiliz Siyâseti” muvaffakıyyetle işletilmişdir!.
Yekûn hânesi olarak, bütün bunların mâverâsındaki temel mes’ele ise, (Osmanlı Hılâfetini) ve onun çekirdek bakıyesi olan (Müslüman Oğuz) soyunu eritib ortadan kaldırmak… Geriye kalacak “ulusu” (yahudice ulus, sürü demekdir) yani dönmeler idâresindeki sürüyü de, “kurtarıcılarına!” ve modern “tanrılarına!” kavuşturmak… Böylece bu kalabalıkları, “ebediyyen!” bunlara minnettâr kılıb GEBE bırakmak…
Netîceten, çilekeş milletin bir-iki nesil sonrasını, “modern (asrî=çağdaş) köleler” vaz’iyyetinde, târîhî firavun köleleri benzeri mahkûm ederek, nefs-ins ve iblis esîri ulus=sürü hâline inkilâb etdirmek… Üstelik de bunu, dünyâya, “insan ve kadın hakları, hürriyet ve çağdaşlık, modernite ve medeniyet!” gibi maskelerin ardından höykürüb nutuklamak…

TÂRİHDEKİ BİR TAKIM KIRILMA NOKTALARI İYİ OKUNMAZSA, İSTİKLÂL VE HÜRRİYET YERİNE ESÂRETİ BAL GİBİ YALATABİLİRLER…

İşte “kurtuluş savaşı!” adını verdikleri mücâdelelerin altında hangi plânları tatbîka koyarak muvaffak oldukları, istikbâlin soyu ve kökü belli târihçilerini, dalkavukluk ve yardakçılıkdan mutlaka ârî, cesûr, nâmuslu, şahsiyetli ve hür çalışmalara başlatmalıdır kanaatindeyiz… Zîrâ hiçbir milletin bir yüz senesi, Anadolu târîhinin son yüz senesinin yüzde biri kadar bile yamultulub, tahrîf ve tepetaklak da edilib, simsiyahlarla bembeyazlara yer değiştirtilememişdir…
Binâenaleyh, Mason Bay Bayar’ın ağzından, ateist (laik), şefokratik ve masonik familyasının söylediği:
“-Lozan’da verdiğimiz söz gereği Türkiye’den İslâmiyyet’i tamâmen kaldıracağız!”
İ’tirâfı, vahşet çapında irtikâb edilenlere ve şu anda yapılmakda olanlara bakılacak olursa, son derece çarpıcı bir vesîkadır; ve Kâinât çapındaki fecâatin derinliğini ortaya koyması bakımından da, fevkal’âde ma’nâlıdır…
Plânın kuvveden fiile çıkarılmasındaki usûlü de, daha evvel arzetdiğimiz gibi müteveffâ Bayar’ın şöyle höykürdüğü, yine bütün dünyânın ma’lûmudur:
“-Biz bu işi mihrabdan halledeceğiz!”
1924’de de “Diyânet İşleri Riyâseti” denilen yeri, işte mücerred bunun için ihdâs etmişlerdi… 1949’dan itibâren açdıkları bir takım mekteb, enstitü ve (ilâhyapyat) fakültelerini de…

AKP DEMBOKRASYASININ BAŞPİSİKOPOS VEZNİNDEKİ BAŞPOLİTİKOSUNA GÖRE, BAŞKA DÜŞÜNCE VE İNANIŞLARA SAYGI DUYMAYAN, DÜNYAYI CEHENNEME ÇEVİRİRMİŞ !!!

DİB denen bu yerin tam 86 senedir yediği haltların, cildlerce kitâba sığmayacak cesâmetde olduğunu söylemek, bir hakîkatın ifâdesi olur…
Biz, şu “sarıklı politikacı” Yardakoğlu veznindeki Bardakoğlu familyası başpolitikosunun, “Türkiye’den İslâmiyyet’in nasıl tamâmen kaldırılmakda olduğunu!” ortaya koyan yüzlerce ifâde ve beyânâtından, ocak ayında vâki’ olan bir-ikisine, bu makâlemizde bir nazar atfedeceğiz… Üslûbumuz ise, yapılan tehdîd, hakâret, saldırı ve tahriflerin cesâmetine denk olacakdır, böyle olmak zorundadır…
3.Ocak.2010 târihinde matbuatda yer alan o müşedded küfr ü dalâlet ve “bardaksal ve yardaksal!” hezeyân aynen şöyledir:

"-Ancak, sadece bizim gibi düşünenler ve bizim gibi inananlara saygı duyarsak, o zaman bu dünya hayatını cehenneme çeviririz!"

Dikkat ediniz adam, neden (düşünmek ve inanmak) gibi iki temeli öne çıkarıb, neden bunları merkeze yerleştiriyor?
Sarık-cübbeli başpolitikosun bunu, rastgele ve lâf olsun diye diline alamıyacağı elbetde ortada…
“Saygı duymak” ta’bîri de, her esperanto=uydurukça=kurbağaca kelime gibi sebataistlerin (dönmelerin) uydurub işletdiği kurbağaca bir ta’birdir. Müslüman Oğuzların hükûmetleri zamanında cârî olan “hürmet etmek, ta’zimde (ihtiramda) bulunmak” gibi kelimelerin yerine ikâme edilmiş bir nesnedir… Son senelerde bu “saygı duymak” ta’biri, mürâîlik ve münâfıklık elinde kullanılan son derece fâhişe bir ma’nâya sahib kılındı… Hacı, hoca, mücâhid ve mücâhide(!) geçinenlerine kadar herkes, herkesin ne kadar ucûbe ve yamuk, iğrenç ve pislik de olsa, ne kadar “düşünce ve inanışı” varsa, bütün bunlara “saygı duyar!” oldu!..
Bundan böyle artık herkes, gözünü kırpmadan ve Yardakoğlu veznindeki Bardakoğlu sarıklısına “beli sultânım emrin olur!” deyû bel kırıp elpençe divân da durarak, “saygı duyub” yamışıb gitmelidir!…
Şahsiyetli ve kendinden emin bir ferdin, kendi “düşünce ve îmânına” ters ve zıd “düşünce ve îmâna!” hürmet etmesi veya ta’zîmde bulunması, kendi kendisi ile tenâkuza düşüb kendisini inkâr etmesidir… Bir fikir veya inanışa saygı göstermemek, ona hakâret veya küfredib sövmek ma’nasına da gelemez… Saygı gösterilmeyen bir fikir veya inanışa saygı duymamak demek, onu kabûl etmemek, benimsememek, tahsîn ve tasdîk etmemek demekdir… Buna da herkesin hakkı vardır… Hiç kimse “benim düşünce ve îmânıma saygı duyacaksın!” deme hakkına da aslâ sâhib olamaz… Bu bir takdir meselesidir; ve “herkes karşısındakinin düşünce ve inanışına saygı duyacak!” diye bir mecbûriyyet aslâ olamaz… Aksi takdirde, insanların (takdir hakkı) gibi en temel hakkı elinden alınmış olur. Bu ise, onun fikretmesine, îmânına ve saygı duyub duymama melekesine kelepçe takmakdır ki, her aklı başında bir insan böyle bir manzara ile karşılaşdığında, karşısındaki başpisikopos vezninde sarıklı-cübbeli bir başpolitikos bile olsa, ona, zoptirikos’lu bir “hastir!” çekme hakkına ânında sâhib olur!.
“-Kim olursan ol, karşındakinin ne tür bulunursa bulunsun düşünce ve inanışına saygı duymazsan dünyâyı cehenneme çevirirsin!”
Diyen bir adama, hangi kümesin horozu veya hangi sarık-cübbenin yobazı olursa olsun, ona, “ya zorbasın, ya geri zekâlısın veya güldürme hastasısın!” denir; ve dediğimiz gibi de, sâdece bir güzel “hastir!” çekilir…

VAN MİNİT RECEB TAYYİB BEY, BU SARIKLI-CÜBBELİ BAŞPİSİKOPOS VEZNİNDEKİ BAŞPOLİTİKOSLARIN HER HALTINDAN DA MES’ULDÜR…

Receb Tayyib Bey hükûmet-i cumhurlobiyyesi gibi mu’tell-i iktidâr ve innîn bir nesnenin, DİB’in başına geçirdiği Başpisikopos veznindeki sarıklı-cübbeli başpolitikos, bu üç şıkdan (zorbalık şıkkını) piyasaya sürmenin peşinde… Adam, hem mu’tell ve innîn bir iktidârın(!) üstelik üç bacaklı sandalyesi üzerinde mıntıka-yı memnûaya sâhib, hem de öylesine gemi azıya almışcasına ve ipden boşanmışcasına höykürüyor ve tehdîd ediyor ki, TÜRKÇESİ şu:
“-Eğer dünyâ cehenneme çevrilirse, bunun suçlusu siz, evet siz, yani (ben ancak kendi düşüncemde ve îmânımda olanlara saygı duyarım!) diyen siz varsınız ya siz, işte siz olacaksınız!
Bu işlerin mes’ulleri evet, 15 asırlık târih olmuş, müzelik edilmiş Müslümanlığın takibçileri olan siz, bizlerin dünyâya bakarak inşâ’ etdiğimiz (hoşgörü-diyalog ve vatikanog) dînimize bir türlü iltifât etmeyen siz olacaksınız! (Ehl-i sünnet ve’l-cemaat) diye tutduran ve bir türlü de bizim o (hoşgörü-diyalog-vatikanizm TESLİSLİ ve vaftiz suyu TESTİSLİ dinimize) girmeyen; ve onu şeytan pisliği gören siz, evet siz olacaksınız!…
Hakk dîn sâdece İslâm’dır, hak düşünce ve inanış sâdece bu HAKK DÎNE tâbi’ olarak ortaya çıkar, bunun içün mukaddes ve muazzez (cihâd) müessesesi kıyâmete kadar en büyük zarûrât-ı dîniyyeden biri olarak bâkî ve en büyük farzdır diye tutdurursanız, haçlı-yehûdî can dost ve kardeşlerimiz gibi değil ammâ, dünyayı 15 asırlık müslüman orduları(!) gibi gene kana bularsınız, rahatları bozarsınız, bizim saltanatlarımızı beş paralık edersiniz, ibrâhimî dinlerin kucak kucağa flört ederek peydahlayacağı piçlerimize dünyânın tepelerinde koltuk bırakmazsınız, VE HULÂSA işte böyle böyle ortalığı CEHENNEME ÇEVİRİRSİNİZ!..”

Vay cumhurlop zorbaları vayyy!
Adam bizim dînimize “dünyayı CEHENNEME ÇEVİREN vahşet sistemi” gözüyle bakacak; bunu da samanyolu samanaltılığıyla sarık-cübbe altından sopa değil, cehennemi göstererek yapacak; bunu da dünyaya o resmî devlet makamından zerre kadar hayâ etmeden höykürecek ve en ağır aşağılamaları ve tahkîri ALLÂH’ın DÎNİ İSLÂMİYYET’e revâ görecek; biz de armut toplamaya veya bu mahlûkât ve mahrûkâtın dîninin ervâh-ı tayyibe ve gayr-i tayyibesinden başlayıp, bilcümle hüceyrevâtından mücevherâtına kadar dümdüz etmeden seyredeceğiz öyle mi?.
Bu cihâne, ne mason Efgânî tiridi Mısır müftüsü farmason Abduhlar, ne ittihadçı şeyhülislâmı Musâ Kazımlar, Suat Hayriler ve bilmem neler gibi loca icâzetli iri cehennem mahrûkâtı gelmişdir!. Bu sarıklı DİB Başpolitikosları, onların yanında bit kadar bile esâmiye sâhib olamazlar!
Vay AKP kriptoları vay!
Zâten AKP ve Van Minit Receb Tayyib Bey ve şürekâsı, gemicikli zürriyeti ve hospitıllı Emnânım sıkmabaş grubu, birgün taşın altında kalırsa, bu kabil (gadab-ı ilâhîyi) celbeden (İslâmiyyet’e darbe plânları ve cinâyetleri) yüzünden sâbık ve sâkıtlar mezarlığını boylayacaklardır…
Tabandaki ulusun, (İbrânîce sürü demek) bunları görecek hâli de zâten yok! Onlar:
“-Biraz daha nasıl fazla tıkınırım, biraz daha fazla nasıl şehevânîleşirim, biraz daha çok evime çer çöp ve oyuncak nasıl taşırım, hazım ve cihâz-ı tenâsüliyyemi nasıl biraz daha kalafata çeker diri tutarım!”
Hesablarının derdinde ve peşindeler…
Tabii bu gaflet ve dalâlet herc ü merci arasında Hoşfendâlos Kardinâlos, Başpolitikos Yardakâlos, Homongâlos Pislâmagos ve Patrikâlos Bartalameos takımları da gâyet rahat ve şen sıpa zıplayışlarıyla malı götürüyor… Kimin umurunda:
-Dîn-diyânet güme giderse encâmımız ne olur, hangi Lût Gölünün dibine indiriliveririz!”
Diye dert sâhibi olmak!?.

YARDAKZÂDE VEZNİNDEKİ BARDAKZÂDE, AÇIKÇA MÜSLÜMANLIĞA HAKÂRET FAZÎHASI İRTİKÂB EDİYOR…

Adam resmen ve alenen:
“-Sizin dîniniz İslâm, dünyâyı cehenneme çevirdi! Artık yehudi-haçlı dostlarımız da teslis ve testisleriyle kolumuza ve şeyimize girdi, ibrâhimî dinler koalisyonuyla dünyanın tepesindeyiz! İşte böyle bir tevhid-teslis-testis (ekânim-i selâsesiyle) üçlemesiyle tam bir bütünleşmenin içindeyiz, dinleri birleştirib takrîb-i edyân yolundayız! Artık nah dünyâyı cehenneme çevirtiriz! Artık geçmiş dönemlerin kitabları ve satırları bizi ırgalamıyor!”
Dayılaşmasında…
Evet, DİB’in kadrolu ve maaşlı yüzbinlik sarıklı-cübbeli ruhâniyyûn ordusu! Sizin ağalar böyle kabadayılaşıb kasımpaşalılaşma ve eli maşalılaşma periyodunda!.
“Yok canım, daha neler!” deyib, bize inanmıyanlar da çıkarsa, sarıklı-sırmalı-cübbeli ve kemkümlü başpolitikosun DİB koltuğuna kabalarını oturtduğu zamanlar gaseyan etdiği hezeyânlarına “buyrun” der geçeriz!. Buyursunlar:
“-Artık dîni ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak inşâ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!.”
Nasıl?. Beğendiniz mi?. Sarıklı başpolitikos “dünyâya bakarak yeni bir dîn ve dindarlık inşâ’ edecekmiş!”
Yiyene… Yiyen sarık-cübbe altındakiler maaş kaygısıyla bol bol yerlerse, hangi “ateşleri!” yediklerini bir gün elbetde anlayacaklardır…
Ulus (yahudi dilinde sürü demek), bunlar gibi daha neleri yemiyor ki… Yediği içün de zâten, dünyâsı işkembeden ibâret kaldı; ne bulursa yedi ve yusyuvarlak bir obez oldu… Yerinden kımıldatabilene aşkolsun!
Ulus (yahudice sürü) yemeseydi, başpolitikos bunca nesneyi en iğrenç hakâret olarak boca etme cesâretinin binde birini bulabilir miydi?
Üstelik de sûret-i hakk’dan görünmenin AYNEN şu aşağıdaki katakülliler ve illizyonist numaralarıyla!. Hacı-hoca-vâiz-müfti-muhti-mürid-tirid kuşkonmaz beylerimiz buyursunlar, 9.Ocak.2010 takvim-i efrencîsindeki beyânât olarak… Âfiyetler olsun efendim:
“-Din hizmeti (Bizden: Dikkat ediniz İslâm değil hep din diyor! Dünyâda düzinelerce din var, acaba hangi din?) iyi verilmediği vakit, o boşluklar hep yanlış hizmetlerle ve toplumun huzûrunu bozan fikirlerle dolabiliyor…. Bizim görevimiz insanımızın arzu ettiği, ihtiyacı olan din hizmetini en sağlıklı, en doğru şekliyle vermektir. Din hizmeti iyi verilmediği vakit o boşluklar hep yanlış hizmetlerle ve toplumun huzurunu bozan fikirlerle dolabiliyor. Din hizmetlerini en iyi şekilde vermek, bunun için kurulmuş olan Diyanet İşleri Başkanlığının en tabii görevidir. Diyanet İşleri Başkanlığı milletimizin kurumudur. Milletimiz dindar olduğu, dinini önemsediği, devletimiz dini önemsediği için ve din hizmetinin sağlıklı ellerle doğru şekliyle verilmesi önceliği için kurulmuştur."
İşte böyle.. yiyene…
Bir de görene, köre ne?
En son haberlere bakılırsa, Van Minit hükûmet-i cümhûriyyesi, DİB denen yeri ölü suratı pudralamak kabilinden “müsteşarlık!” seviyesine çıkarıb bir takım mıntıkalarını da umum müdürlük makamlarına tahvil ederek iyice çamurlaşan imajını yenileyecek ve bu tür bir gözboyama ameliyelerine girişecekmiş!..  Ayrıca Başpolitikoslar 5 artı 5 yıldan fazla sarıklı Başpolitikosluk saltanatı süremeyeceklermiş!.. Tabii bunları da ehâli-i etrâk ve ekrât yerse…


BÜTÜN BU DÜMENLERİN ÇEVRİLİŞ SEBEBİ, KABUKLU GÂVURLARA YARDAKLIK, YALAKALIK, TABASBUS-I KELBİYE, HOŞ GÖRÜNMEK, RIZÂLARINA NÂİL OLMAK, BESLEMELİK… AMMÂ NETÎCEDE, İÇLERİNE GİRİB “BİZ DE AYNEN SİZİN GİBİ KABUKSUZ KABUKLU OLDUK!” DEMEK… TABİİ KABUKLULAR, KABUKSUZ KABUKLULARI YERSE!

Burada hemen kayda değer görürüz ki, sarıklı Başpolitikos ve onun tahrîf teşkîlâtı olan DİB, AKP DEMBOKRATİK politikasının sarıklı cebhesidir. Bu i’tibarla “din hizmeti” dedikleri nesne, AKP politikasına “sarıklı beslemelik” yapmakdan başka hiçbir şey de değildir. AKP’nin politikası da, ABD ve AB’nin kuyruğunda (Avrupa Birliği) denen kazanın içine kıç üstü dalmak! Bunun içün zinâyı nâmus saymaya kadar veremiyecekleri hiçbir şey de yokdur. (Avrupa Birliği) denen kabuklu kefere takımının en korkduğu husus da, T.C. ehâlisinin müslümanlığı… Bu Müslümanlık da, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve kıyâs gibi dört ana delîli ile, 15 asırdır Kâinâta şunu i’lân ediyor:
“-Ey ins ü cin! Allâh Azze ve Celle indinde mu’teber olan dîn, mücerred İslâmiyyet’dir. Bunun dışındakilerin bir tek istisnâ olmaksızın tamâmı, Allâh Azze ve Celle indinde bâtıl ve battal, aslâ geçmez, müntesibleri de ebediyyen hüsrânda ve cehennemdedir… Binâenaleyh, bu cehennemliklerle dost olmayın, onların inanç ve düşüncelerine yaklaşıb SAYGI göstererek sakın kendinizi kaptırmayın!. Aksi halde siz de onlardan olur, onların îmân (îmânsızlık), ahlâk (ahlâksızlık) ve düşüncelerini kabul eder, dosdoğru ve bir tek ibrâhimî yoldan çıkarsınız!. Sonra da belânızı, yalınız bir tek cihanda değil, iki cihanda da en netâmeli şekliyle bulursunuz!”
İşte AB kabukluları ve bütün yerzüyü kefere takımları, Müslümanlığın bu mutlak hakîkatı karşısında (kuduz it gibi rahatsız olmakda) ve Allâh Azze ve Celle’nin dîni İslâmiyyet’e nasıl çullanacaklarını bilememektedirler… Dolayısıyla, bu mutlak hakîkatdan Anadolu ehâlisinin mutlaka uzaklaştırılması şartını, her vesîle ile Ankara politikasının en baş maddesi olarak dayatmaktadırlar. Nasıl Lozan andlaşmasının gizli maddesi “Türkiyeden Müslümanlığın tamâmen kaldırılması!” olmuşsa, bugün de aynı çizgi AB kapısında yalvar-yakar el pençe divân bekleyen Van Minit takımına bu tarz ve şekiller ve dümenler içinde ve AB yemleri gösterilerek dayatılmaktadır…
Bunun içün de Anadolu ehâlisi, kendi îmân ve düşünceleri dışında kalan ve mutlak küfür olan yehûdi-haçlı “düşünce ve teslis ve testis v.s dolu imanının da saygıya”, hürmete, ta’zîme, ihtirâma lâyık şeyler olduğunu; ve bunların da kendi îmân ve düşüncelerine denk ve benzer şeyler bulunduğunu kabul eder hâle getirilmelidir… İşte mes’elenin en can alıcı ve netâmeli ve lâ’netli özü ve temeli budur. DİB başındaki Başpolitikosun bütün gayret, çabalama, sıkıntı ve ıkınmalarının altındaki ana mes’ele sâdece budur: Kabuklu gâvur yardakçılığı!
Yardakoğlu veznindeki Bardakoğlu familyasına bu YARDAKÇILIK ne de güzel yakışıyor!
Zaten bu yardakçılık uğruna, zerre kadar Allâh’dan korkmadan “İnneddîne ‘ındallâhil İslâm” âyetini hutbelerde okumayı yasak etdiler.
 Zâten bu kabuklu yardakçılığı içün, zerre kadar îmân sancısı ve Allâh korkusu taşımadan mekteb kitablarından, Kelâm-ı Kadîm’deki “Ente Mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn= Ey Allâh’ımız! Bizim Mevlâmız, sâhibimiz, Rabbimiz ancak sensin! Bize, bütün müslümanlara yardım et ki, bütün kâfirlere, yehudi ve nasrânîlere mansur olalım!” cümlesini, altı okçu-üstü b..çu kadîm Cehe. Partisinden de beter kaldırıb atdılar!.
Zâten Fâtiha-yı Şerîfe’nin sonundan “gayril mağdûbi aleyhim veleddâllin” cümlesini ve meâl-i âlîsini de, mekteb kitablarından yehudice yok etdiler… Çünki bu âyetin tefsirinde Büyük Müfessirimiz Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri:
“-Bütün müfessirler ittifâk etmişlerdir ki, buradaki gadaba uğrayanlar yehûdîler, dalâletde olanla da nasrânîler yani hrıstiyanlardır!” buyurmaktadır... Beş vakit namaz kılan bir müslüman 24 saatde tam 40 defa Allâh Azze ve Celle’ye, Fâtiha Sûre-i Celîlesi’nin son cümlesiyle işte şöyle duâ etmektedir:
“-Ey, Sübhân olan Allâh’ım! Beni ve bütün müslümanları, gadaba uğrayan yehudilerin ve dalâletde olan nasrânîlerin yoluna sakın düşürme, onların birliğine sakın dâhil etme, sakın onların inanç ve düşüncelerine saygılı, ta’zimkâr eyleme, onların düşünce ve îmânlarını tasdîk ve tahsîn etmekden beni ırâğ eyle, beni onlardan uzak tut!”
Nasibse, nice âyetlerle bu noktayı önümüzdeki nüshalarımızda yerli kabuksuz kabuklularımıza mübeyyinen teblîğ ve beyân edeceğiz!…
İşte manzara bu… Başpisikopos veznindeki Başpolitikosun neyin peşinde ve dümenlerinde olduğunu, şimdi bir nebzecik de olsa kelle kıvrımlarımıza yedirebildik mi aceb!!!?...
Adamlar kadîm 6 kazıkçılar gibi müslümanları kazığa çakıp ipe çekerek Müslümanlığı yok etmenin peşinde değiller; ve fakat, Kardinâlos-Hoşfendâlos takımlarıyla da el ele ve gönül gönüle “Hoşgörü-diyalog-saygı-baygı-ta’zim-hürmet-ihtirâm-aşk u meşk!” numaralarıyla malı götürmenin iblisliğindeler…
Başpisikopos veznindeki başpolitikosa göre “din hizmetini de en sağlıklı ve en doğru şekliyle” verecek merci’, Bardakzâdegillerimiz… Tabii artık, bu da yiyene…
Ulus (Yahudi dilinde sürü demek), yemez de kim yer?. “Aganigi naganigi!” diyenler varsa, yiyen de olacak hâliyle!
Daha?. Başpolitikos devamda:
“-Aksi halde boşluklar kalıyor ve oraları huzur bozan fikirler dolduruyor!”
Daha?
“-DİB, din hizmetlerini en iyi şekilde vermek içün kurulmuş!”
Daha?. Reklamlarrrrrr dediğin böyle olur:
“-DİB milletimizin kurumudur!”
Belli, ulusunuzun soba borusu veya baca kurumu!
Daha?
Ve gel de şimdi vereceğimiz (reklâm filmi) içün, “yiyene” demeden bir sâniyecik dur:
“-Milletimiz dindar olduğu, dinini önemsediği, devletimiz dini önemsediği için ve din hizmetinin sağlıklı ellerle doğru şekliyle verilmesi önceliği için kurulmuştur."

SARIKLI BAŞPOLİTİKOSA GÖRE LAİK DEVLET DÎNİ MÜHİMSİYORMUŞ!. HADİ DOĞRU OLSUN, AMA HANGİ İSTİKÂMETDE?. VAR ETMEK İÇÜN MÜ, YOK ETMEK İÇÜN MÜ!?.

Devletlû ve şevketlû başpolitikoslarına göre devlet-i cümhûriyye, “dini0 önemsediği içün DİB’i kurmuş!.” Sâdece “önemsediği” içün mü?. DİB pazarlamacısının şu yalvar yakar DİB reklâmına bakınız:
“-Din hizmetlerini de sağlıklı ellerle ve doğru şekliyle verilmesi içün!”
Diye kurulmuş o DİB!!!
Sevsinler sarıklı-sırmalı-cübbeli Başpolitikosu!. Demek istiyor ki:
“-Devletimiz dini mühimsiyor! Ey, ehâli-i etrak ve ekrat! Siz de devlet-i ılmâniyye ve dembokratiyye ve ictimâiyye ve hukûkiyyeyi mühimseyin! İslâmiyyet’i yasaklasa da mühimseyin!. O, size nasıl âşıksa, siz de ona mâşuk gibi âşık olun! Aşk karşılıklı olur! Sonra aşk olmazsa meşk olmaz! Meşk olmayınca da, bendeniz sarıklı yardakâlos-başpolitikosu kemâl-i âfiyetle sindiremezsiniz! Siz mücerred beni, evet beni dinleyin!. Zinhaaar ötekilere kulak vermeyin!.. DİB, din hizmetinin sağlıklı ve emin ellerde doğru şekliyle verilmesi içün kurulmuşdur!.”

Tam tersine DİB, “devletin, İslâmiyyet’i yasaklayışını ve İslâmiyyet’in yerine uydurma bir dîn koyuşunu”, ehâlinin gözünden kaçırmak içün; âyet ve hadisleri yamultarak göz küllemek ve milleti aldatmak içün kurulmuşdur…
Bunu da, câmi ve mescidlere ve ezân-oruç-hac-cenâze namazı-bayram-seyran v.s. gibi harc-ı âlem ve PARALI işlere burnunu sokarak yürütmektedir… Daha? Bunlar içün de 100.000 kişiyi aşan “din görevlisi!” denen ruhânîler=ruhban sınıfının kadrolu ve semiz beslenme mevzûlarına el atarak; ve bütün bu kabil malzemeleri ele geçirib oraları işgâl etme fiillerini de, “hizmet” gibi göstererek yürütmektedir…
“Yalan” demeye, zerre kadar mecâli olan varsa buyursun!