31 Ocak 2011 Pazartesi

MÜHİM VE ŞART OLAN, ALLÂH’IN MÜSLÜMAN DEDİĞİNİ OLABİLMEK…



Müslümanlık, Âdem Aleyhisselâm’dan beri gelen ve Kıyâmet kopuncaya kadar da ins ü cinnin Yaradan’ına âid devâm edecek MUTLAK nizâm…
Mücerred MUTLAK… Gâvurdan geçen kelime ile de söyleyib birilerinin anlıyacağı cinsden ifâde-i merâm etmemiz icâbederse, “alternatifi” olmayan.. ne olmayanı, muhal, mümteni’… “İmkânsız!” demedik ve diyemeyiz, muhâl… Beşerî, felsefî ve izâfî olmakdan münezzeh… Mutlak hakîkât…
Dembokrasi, cumhurlobiyet (republica) ve sonu “izm”le biten yüzlerce (beşerî) ve (felsefî), topyekûn ideoloji, doktrin, felsefe mektebi ve ne varsa, cümlesiyle mukâyese edilemiyecek, edilmesine beşer zihni tâkât getiremiyecek kadar husûsî, noksanlıklardan münezzeh Allâh’ın DÎNİ, Allâh nizâmı… Kurbağacada “düzen!” deniyor… Frenk diliyle sistem!
İns ü cinnin tâbi’ olmakla mükellef, mecbûr, me’mûr ve mes’ûl bulunduğu biricik (îmânî – ibâdî – siyâsî – iktisâdî – ictimâî – hukûkî – askeri – mülkî – adlî – tıbbî – âilevî) mutlak dünyâ kânûnu.. devlet, hükûmet ve  istikâmeti… Dünyâ içün böyle! Ukbâ içün de, îzâh ve mutlak haberler  âtî hakîkatı…
Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve müctehidîn ictihâdlarıyla tekevvün eden ve bu dört delîlinin tamâmıyla da, mücerred (vahye müstenid) bir DÎN… Bir üst paragrafda çerçevesi çizilmeye çalışılan ezel ve ebed arası mutlak hakîkât ve istikâmet… Kendisinden başkasına tâbi’ oluşu yok eden ve eriten yegâne yol, hakîkât ve  çizgi…
1909’dan i’tibâren aşındırılan, silinmeye çalışılan, işte bu dîn… Bunun, yahûdî eliyle, Mûsâ ve Îsâ Aleyhimesselâm’dan sonra bulandırılan ve adını Kur’ânın tesbît etdiği “yehûdiyyet ve nasrâniyyet” olarak alan, eksen kayması ile ortaya çıkarılan ve mecâzî ma’nâda (dîn) denilen şeyler ile ayrılığı apaçık ortada… İslâmiyyet’in, kendisinden ayrılan ve (dîn) adı taşıyan ve Mûsâ ve Îsâ Peygamberlere izâfe edilen yamuk çizgi ve istikâmetlerle berâber ve birlikde bir bütünlük içinde ele alınışı, mutlak sapıklık ve dalâlet… Çünki ilk insandan beri gelen bu DÎN, kat’iyyen tecezzî kabûl etmiyor… “Bölüp parçalarım, bir kısmını alırım, bir kısmını veya işime gelmeyen kısmını dışarda bekletirim veya atarım!” küfr ü hezeyân ve şirkine müsâadesi, mutlak ma’nâda muhâl olan hakîkât… Zarûrât-ı Dîniyyesi (Kıyâmete kadar, olmazsa olmazları veya lâzım-ı gayr-ı mufârıkı) bi temâmihâ ya kabûl edilecek; yahud bir teki kabûl edilmediğinde tamâmı inkâr edilmiş olacak! Ortaklığa ve telbîse zerre kadar müsâade ve müsâmahası muhal tek ve biricik hakîkât! Ona, “kahrolsun!” demeye kadar varan ve bunu “laiklik!” denen bir zehirle sürdüreceğini sanan hastalığın hududlarını tahayyül edebiliyor musunuz?
Yehûdî ve Nasrânîlerin kendilerini Mûsâ ve Îsâ Peygamberlere nisbeti, hakîkatı muhal olan, mücerred lâfta kalan kuru bir iddia… Çünki Kur’ân-ı Kerîm, istisnâsız topyekûn peygamberlerin, biricik dîn olan Müslümanlığı tebliğ etdiklerini ve bu Dînin peygamberleri olduklarını nice âyetleriyle haber veriyor. Hâl böyle olunca, elimizdeki 15 asırlık akâid kânunlarının bildirdiği en ana temellerden biri, bu iki peygamberin, Müslümanlığın ve Müslümanların peygamberi olduğudur… Onlara, kendi (îmân) zamanlarında, îmân edenlerin tamâmı da ancak Müslüman!
Mûsâ Aleyhisselâm’a “Yehûdîlerin peygamberi!” demek, bâtıl ve dalâletin tâ kendisi ve küfrün en şenii… Îsâ Aleyhisselâm’a da “Nasrânîlerin peygamberi!” demek, aynen öyle bir gâvurluk tezâhür ve resmi… Dinden çıkıb mürtedd olmak ve “tecdîd-i îmân ve’n-nikâh!” mecbûriyyetinde kalmak istemeyenler, buna, bir milyon “seçim devresi ve oy perendesi” atmakdan ve o yolda ömür gebertmekden mukâyese edilemiyecek kadar daha çok dikkat etmek zorunda!. Nâmütenâhî bir hayatı ateşe atmanın ne demek olduğunu idrâk edemeyenler, bunu anlamamakda elbetde ma’zur!
“Hoşgörü ve diyalog fitnesi!” ise öyle bir göz külleme ile yol alıyor ki, temelleri yerinden oynatarak, binâyı enkâza çevirmenin peşinde! Hakîkî diye reklâm bombardımanı ile ortaya konulan bir sahtenin peşinde, aklı zerre kadar kullanmadan “uydum kalabalığa!” felsefesiyle akanlar, sürüklenib gidenler, bir heyelân gibi dereye (çukura) yuvarlanıb yok olmada…
 Müslümanlığın (İslâmiyyet’in) Vâzıı, noksan sıfatlardan mutlak olarak (münezzeh) olduğu içün, vahyetdiği DÎNİ de, vâzıına nisbetle o derecede noksanlıklardan münezzeh…
“Allâh’a iman etdim!” dedikden sonra mutlak netîce, şer’î mantığın elinde mücerred böyle…
İşte “İslâm!” bu…
 Bu, İslâmiyyet’in, Âdem Aleyhisselâm’dan beri topyekûn peygamberler elinde ve dilinde tebliğ edilen keyfiyeti…
Bu keyfiyetin karşısına, “mukâyese” ve “alternatif” keyfiyetiyle konulabilecek bir ideoloji, doktrin, beşerî ve felsefî bir bilmem ne çıkarılamadı! Çıkarılamıyacak da… Ne zaman Allâh Azze ve Celle’nin karşısına 2. bir (ilâh) (çalap) (tanrı) (rabb) (diö) (got) (yahve), (nirvana) aynı (dikkat, evet tıpatıp aynı).. kudret, sıfât, esmâ’ ve ef’al ile çıkarılır, o zaman sözümüz olmaz!!! Bu ise mutlak muhâl!
Meşhûr Pascal, bir ömür beynini kemirdi durdu; ve O’nun aynısına ulaşamadı; ve son sözünü hemen ölümüne muttasıl, teslîm bayrağını çekerek şöyle noktaladı:
“-Bana Peygamberlerin haber verdiği ilâh ne ise O lâzım!”
Allâh’sız maarif (kurbağacasıyla millî eğitim) denen dalâlet çukurları, dünyânın her yerinde aynı çukur altı çukur körlükle Allâh’ın tabiatda yaratdığı kânûnlara “Pascal kânûnları!” der; ve bunları görür de… Amma Pascal’a (teslîm bayrağı) çektiren Allâh kânunlarından ve Pascal’ın son sözünü duymakdan, lâ’netli İblis gibi  kaçar!
Neden mi?
O “Mukâyese ve alternatif!” muhal de ondan…
Öyle bir çizgi, istikâmet ve keyfiyet ki, vahyinin karşılığı yok!
Mu’cizelerinin karşılığı muhal!
Rabb olarak zikretdiği Allâh’ının eşi benzeri muhal!
Yüzbinlerce peygamberinin iki tanesi arasında bile değil tefrika, bir küçücük (ihtilâf) yakalamak bile muhâlken; en mükemmele yakın deyip taptıkları “dembokrasi” içindeki aynı teşkîlât kazanındakiler bile, biribirlerini, eşşek leşi dişleyen sırtlan sürüleri gibi yemeye mahkûm!
O, öyle bir keyfiyet, çizgi ve istikâmetin sâhibi ki, “melek” dediği mahlûkâtın karşılığı, kendinden başkasında muhâl!
“Âhıret ahvâli!” gibi bir varlığının karşılığı, karşısındakilerin tamâmında muhâl! (NOT: Nasrâniyet’de de bunlar “var!” diyenler, helecan ve aceleden medet ummasın ve oradakilerin metalik ve kopukluk zincirlerinden ibâret izâfî ve sun’î keyfiyetine; ve yehûdiyyetde ise cennet ve cehennemin bile ancak (dünyâda) varlık sâhibi oluşuna nazar atfetmeden yerlerinden kıpırdamasınlar!)
 “Hoşgörü-diyalog” tuzağının gözbağcıları, “Dinler Târihi!” denen bir ilmin Kur’an’daki kapısından girmeden azledilen (işinden atılan) Bardakoğlu seviyesinden hâmûlelerini püskürtüyorlar; ve mutlak hakîkatla, uydurulanlarını aynı kefede görmek ve kıymetlendirmek cinnetine düşüyorlar ki, cidden gülünç değil, fakat iğrenç!
Kitâb ve Son Peygamberinin karşılığı, karşısındakilerin topunda da muhâl!. Hem öylesine muhâl ki, Son Peygamber Aleyhisselâm nazara alınırsa, “okuma ve yazmasına rastladım veya rastlandı!” diyebilen bir tek mahlûk, henüz mevcûdiyyet âleminde yok!
Karşılığı, evet, muhâl çapında yok! Alâ ekmeli’t-tehâyâ Efendimiz’in (ümmiyyeti), bir tek ve nokta kadar leke taşımakdan münezzeh; ve sütle mukâyesesi de, mukâyesesi muhal bir temizlik ve  beyazlık evc-i bâlâsında
 VE BÖYLESİNE MUAZZAM VE MUHTEŞEM BİR ZÂTIN ELİNDE, 600 KÜSUR SAHİFELİK BİR KİTÂB…
Karşılarındakilerin elinde bunun karşılığı hani?
Nutuk denileninden, kütük denilenine, şiir denileninden roman denilenine, kral denileninden cumbaşı denilenine, orgeneral denileninden paşa veya maşa denilenine, ilâhiyyâtçı denileninden diyânetçi denilenine, prof denileninden moskof denilenine kadar cihânın neresinde ve hani bir mikroncuk karşılığı?. Ve O KİTAB, ümmiyyetin evc-i bâlâsındaki elçinin noktasına kadar hâfızasında!
Şu sayılan sınıflar arasında, yazdıklarını, bizzat kendisi ezberinde tutabilen bir tek mahlûk, ins ü cin târîhinde gösterilsin, görelim!
Hele yazdıklarını, başkalarının da ezberlediği 6 sahîfelik bir kitâbı bulunsun!
Demek ki o KİTÂB, yazılan değil, vahyedilen bir kitâb! Beşer üstülüğü mutlak! Bu kadar mutlak hakîkatı reddeden, işte onun içün ebedî cehennemde…
Bunu göremediği müddetçe, insanlık biribirini yemeğe vallâhi mahkûmdur, billâhi mecburdur, tallâhi me’murdur! Bunu Allâh Azze ve Celle buyuruyor! Buna rağmen insanlık biribirini aç kurtlar gibi yemezse, Allâh yalan söylemiş olur! Hâşâ… O’nun içün yalan ne kadar muhalse, insanların biribirini yiyecekleri ise o kadar mutlak!
O halde, kim, hangi formül ve çâreden bahsederse bahsetsin, 15 asırlık Ehl-i Sünnet Ve’l-cemaat çizgisinde Kur’ân’ı esas almadıkça inanılamaz!
Kanılmamalı! Saftiriklik edilmemeli…
Akıllı olmalı! Akıl bunun içün verildi…

1 Ocak 2011 Cumartesi

CİNSÎ ŞEFDEN “BÜYÜK NUTUK” OLARAK MİLLETİN HAYÂL ETDİĞİ FANTASTİK BİR DENEME!


Devr-i Dilârâ-yı cümhûriyye aynı zamanda “nutuklar” devridir de… Cehe….partisyasının başından bir “uçkur darbasiyle!” bir haftada alaşağı edilen Bay Baykal, selefleri gibi nutuklar atamadan târih oldu; ve “ulusuna” nutuk ziyâfeti çekemeden köşesine terk edildi!. Vekâletimiz olmasa da, “yüce ulusun!” bundan mahrum edilmesi Cehe…. Partisyasının 90 yıllık cibilletine pek yakışmayacağından, bu işi biz bir deneme hâlinde kaleme alacağız!
 Uganda’dan Urganya’ya ve İspanya’dan Ispanakya’ya kadar bütün arz yuvarlağı bile, bu vecîz ve edebî kıymeti hâiz (nutku), büyük bir hassâsiyetle ve hatta “vatan kurtaran aslan nutku” niyetine; ve dahî bin takdîr ile ve ayakda cûş u hurûş ve alkışlarla dinlemelidir:

“-Ey, Türk Gençliği ve Cehe…. Partisyası! Birinci vazîfen, “ar, hayâ ve utanç!” müflisi iktidârdaki bedhahlara, sex kasetli skandallardan münezzeh yuttaşlık bilgisi dersleri vermekdir! Bunu başarmak, ancak 6 (.klu) partimize mahsusdur! Aslımız olan Osmanlı’nın şerîat nikâhından kurtuluş rejimi bulunan cumhuriyyetimizde ve bütün aydın ve uygar Avrupa matbuat ve medyasında köpürtüldüğü üzre ve günlerce yazılıb çizildiği ve şehâdet edildiği gibi, bu sex kasedopyasından istifâ ve istifâde etmek zorunda kalan ilk Şef ve ilk lider olmak şeref ve rekoru, Kutlu Doğum Haftası Fahrî Başvâizi ve Atamın izindeki bendeniz Deniz’e âid bulunmaktadır!.
Takdîr edersiniz ki, Ulu Önder Atatürk’ümüzün kutsal emâneti olan altı oklu ve üstü .oklu partimizin başındaki şu 73 yaşındaki kıdemli genç ve yağız Türkmen yiğidi bendeniz Deniz, öyle sıradan ve iktidarsız bir parti lideri asla olamam ve öyle de değilim!. İktidârımı, coşkun Manavgat şelâleleri gibi çağlayarak isbât etmeliydim ve pek tabii olarak da bunu, bir avuçluk global yuvarlak önünde isbât etdim! Hem de, Atamızın partisindeki topyekûn Türkan Yaylan nesli kısraklarının kıskanç bakışları ve hasret ve hayran kalışları altında! Hem de, öyle Paris, Londra, Napoli ve Barselona gibi uzak ve ecnebî diyarlarda değil, öz vatanımızda, yerli malı ve en yakın mesâî arkadaşımla ve “Kâtibeme kolalı da uçkur ne güzel yakışır!” bestelerinin o lâhûtî havası ve nefesi içinde!
Az ve (çok kısa) zamanda, çok ve böyyük kamera işleri başardık!.
Cehe…. milleti çalışkan ve zekidir!. Benim nâçiz vücûdum bir gün toprak olacakdır; ve fakat Türkiye Cumhûriyeti kamera-kaset hâtıraları, ilelebed pâyidâr kalacakdır… Atamın izindeki benim, münhâniler çizen izimden giderek nice rekorlara alnı ak ve yüzü pâk civânlar olarak imzâ atmak üzre, bendeniz Deniz’i takibden aslâ bıkıb usanmamalısınız!.
73 yıllık Denizim ve dalgalarımın kucağında kimse boğulmamışsa da, yüzme bilmeyen ve kamera ile karamela arasını henüz tefrik ihtisâsı yapmadığından bunları farkedemeyen biraz acemi bahriyeli silâh arkadaşlarım fazla su yutmak tâlihsizliğine ne yazık ki dûçâr olmuşlardır! Lâkin bütün bunlara rağmen son derece biribirine dayanan bu eşsiz eşler, bana sadâkatlerinden zerre kadar fire vermemişler; her zaman Atamın izindeki bendeniz Deniz’de sırtüstü kulaç atmaya sadâkatle müştâk bulunmuşlardır! Bu kabil mazhariyyetlere de başka parti liderlerinde açık ve seçik aslâ rastlanamaz, bu bir yiğitlik ve üstün cesâret işidir! Kasımpaşalı rakîbim bile, aslâ benim gibi cesur ve yiğit olamamakda, işini kameralara havâle edemeden ve çağdışı usûllerle kör-topal yürütmekde, “gemiciklerle” bendeniz Deniz üzerinden nice seyr ü seferlere çıkıb ancak yelkenlilerle yüzebilmektedir!
Ey, Cehe…. pırtısı Gençliği! Birinci vazifen, Atamızın izinde olan bendeniz Deniz’in izinden asla ayrılmamakdır! Olcay Hanımın çamaşırlarına baka baka çadır içinde tutduğunuz “aydınlık oruçlarınız”, Pensilvanyalı usûlü gözlerimi tüllendirmişdir! “Özel hayat seansları ve güzel hayat esanslarıyla” Dünyâ’ya sesinizi ve gücünüzü gösterib isbât etmekden aslâ çekinmemelisiniz!
Sizin bu muvaffakıyyetlerinizi kıskanan dâhilî ve hâricî bedhahlarınız olabilir; ve hatta memleketin tersâne ve yatakhane-yorganhâne ve mahremhânelerine girilmiş, iktidârsız ve hadımağası hâin iktidârlar tarafından oralara kameralar yerleştirilmiş; ve döşek-dönek mıntıkalarına röntgen tesisleri PKK mayınları gibi döşenmiş de olabilir! O bedhahlar size karşı, iktidâra mecalleri ve hormonal reculiyetleri olmadığından kıskançlık içine girebilir; ve “sex kaseti skandalı!” gibi lâf u güzâflarla o pâk alınlarınızdan karalamaya kıyâm bile edebilirler!. Aslında bütün bunlara sevinmeli; ve bunları, muâsır medeniyyet seviyesine sert adımlarla ve yeri-göğü inleterek yürüdüğünüzün bir hücceti bilmelisiniz!.
“Dağ başını duman almış, yürüyelim arkadaşlar, sesimizi gök su dinlesin, sert adımlarla her yer inlesin!” diyerek uygun adımlarla, her kamera kaydı önünden korkub çekinmeden ve yiğitçe yürüyüb geçemezsek, “komplo” diye ne kadar bastırırsak bastıralım hava alırız!. 90 senelik Cehe…. patırtısı tecrübesiyle söylerim ki, ne kadar suçlu da olsak, aynı zamanda on kere daha güçlü olmalıyız! Unutmayalım ki, vücud hikmetimiz ve birinci vazifemiz, cumhuriyyetimizi, “cumhuriyet mitinglerinde” olduğu gibi muhafaza ve müdâfaa etmek; ve “Kahrolsun Ş….t!” höykürüşleri ile ergenekondan çıkış yolunu gösteren kurtlu dedelerimizin kurtlarına, avukatlığı hakkıyla yapmakdır!. Gerçi benim avukatlığım, Ergenekonlu babalarım ve dedelerimden on üzerinden 4,9 puan alınca sınıfda çaktırıldıysam da, ben gene de bu “alçak komployu” hormonal zaaflar içindeki iktidarsız Receb Bey iktidarına havâleten sallamak zorundayım! Nasıl olsa 3. Selim zamanından başlayıb oradan Tanzimatçılara, oradan jön Türklere, ittihatçılara, onların cumhuroz devrindeki kuyrukçularına, 60, 71, 80, 97, 2007 darbeci ve heybecilerine geçerek yürüyen Ergenekon çizgimize son bir hizmetimin geçmesi, en büyük kadirşinaslığım olarak târihimizi süsleyecekdir…
Şimdi anlıyorum ki, Ergenekon avukatlığımı 4,9 puan yerine hiç değilse 7 puan alacak kadar liyâkât ve cehd ü gayretle sürdürebilseydim, Katerina yolunda “niyâzi!” olan Baltacı paşa gibi uçkurumdan vurulmazdım. Neyse ki dembokrasi devrindeyiz de kelleyi yerinde tutduk!. Dut ağacına âlet-i tenâsüliyyemden başaşağı asılıb “uçkur şeridi!” olduksa da, kellemiz bağışlandı!. Darısı, hormonlu, horultu ve sünepe Kemal’ın başına!. Ben 18 yıl kâtibemle, vekîlemle ve uçkurumla da olsa, vatanî ve cinsî hayâtımı özelim ve güzelim plânında muvaffakıyyetle yürütdüm! Yularsız, kasketli ve sünepe Kemal, 18 ay yürütebilirse, ben, (varan 2) ye, hatta (varan 3) e bile razıyım, söz!
Ey, Cehe…. Patırtısı “İzlengeç ve Diklengeç” Gençliği! Birinci vazifen, birincinin de evvelinde, her şartda sizlerle omuz omuza tam bir mutâbakatla çalışan kahraman bayâniyye arkadaşlarınızla yalınız gündüzleri değil, uzun ve kısa geceler demeden bütün leyl ü nehâr, ne kadar meşakkatli ve gözlerden ırağ mekânlarda da olsa, mesâilerinize bütün aşk u şevk ile devamda çok daha gayret göstermekdir! Aksi halde, cennet vatanımızdaki hortum, komplo, sex, kaset ve skandal sanâyiine ve sektörlerine âid bacaların, nazlı nazlı bulutlara dumanlar tüttürmesi, bu asırda rekor seviyeye vâsıl olamaz ve bir başka asra kalabilir!
Büyük  Cehe…. Partizması Dembokrat, Şefokrat ve Cinsokrat Gençliği! Muhtaç olduğunuz kudret; ve evli barklı, çoluk çocuklu ve torun torbalı cinsler arasındaki mütekâbiliyyet esaslarına dayalı bilumum tenâsülî ve tekâmülî hizmetler; ve özel hayatınızın her türlü cinsiyet ve cibilliyetindeki ebedî-millî-cinsî şeflik irsiyet âmilleri; ve aslâ ve kat’â şeyhler ve dervişler memleketi olamayacak vatanımıza, papalık misyonu taşıyan aydınlanmacı ve diyalogcu sâhibü’z-zemân hoşfendilerimizden gelen Pensilvanya adresli takdîs, teslis, testis ve vaftiz suyu görmüş destek ve salya-sümük özleri; ve böbrek üstü ve prostat bezlerine varıncaya kadar bütün endokrin ve özel hayat ifrâz guddelerinden süzülen testesteron hormonları, damarlarınızdaki asîl kanda mevcuddur!”