24 Şubat 2008 Pazar

HOŞGÖRÜ-DİYALOG MEZHEB-İ VATİKÂNÎSİ, HÜKÛMET-İ CUMHÛRİYYE VE HOŞFENDİ DİYASPORASINI KULLANARAK, ALEVÎLİĞİ ÖNE ÇIKARIB, İSLÂM’IN YERİNE, ONU OTURTMA İBLİSLİĞİNDE...


Son haftalarda Muharrem ayı vesîle ittihâz edilerek, bir “alevîlik” furyası ve şamatasıdır gidiyor! “Bayram değil seyran değil eniştem beni neye öptü” misâli dense, o da denemez, çünki ortada, bal gibi Muharrem ayı ritüelleri var!... Buradaki fark, enişte öpmek içün vesîle ve bahâne arıyordu ki, Muharrem ayı, öpmek içün kapıya geliveren iyi bir bahâne oldu!.
Tabii alevî vatandaşlarının kısm-ı a’zamı, bu öpme tasallutunu öyle iffet ve nâmus dâhili bir becerme görmediği içün, bu “oruç açma” festivali veya karnavalına iltifât etmedi! Hatta iltifat etmemenin de çok ötesinde, tavır alıp ta’bîr ma’zûr görülsün “hastir” çekdi!. Ve çok da iyi etdiler... Çünki (yehûdî-haçlı hoşgörü-diyalog mezheb-i vatikânîsi) bütün bu fırıldakları, T.C. hükûmeti ve “hoşfendi diasporası”nı kullanarak çevirmenin peşindedir... Biricik ve temel hedefleri de, hükûmet, ülü’l-emr, bey’at ve cihâd gibi 4 esâsı da zarûrât-ı diniyyesi içinde zikreden ve 15 asırdır sırtı yere getirilemeyen Allâh Azze ve Celle’nin Dînini, bu esasları olmayan “ılımlı” yani sulandırılmış ve bulandırılmış muharref bir dîne çevirmek... Aynen yehûdiyyet ve nasrâniyyetde olduğu gibi, beşer hevâ, heves, arzu, irâde ve keyfine göre terkîbi hazırlanmış uyduruk bir dîn... Bizim yerli küffâr u füccârımız da, Hakk Dînin zikredilen bu 4 vasfından mustarîb olarak, “irticâ’” terânesini bir türlü dilden düşürmezler!
Allâh Azze ve Celle’nin dîni, dünyâdaki insî şeytanların, insanları kul köle yapmasına yegâne mâni’ olan; ve mutlak hakk ve adâleti de, te’sîse yegâne medâr olan ve olacak nizâmdır... İşte bu nokta, dâhilî ve haricî şeyâtînin, Âdem Aleyhisselâm’dan beri en korkulu ru’yâsı olmuş; ve olmakta da Qıyâmet’e kadar devâm edib gidecekdir...
İnsî ve cinnî şeytanlar, Âdem Aleyhisselâm’dan beri Allâh Azze ve Celle’nin Dîni ile, arzedilen sebeblere binâen pek uğraşmışlar; ve nice Peygamberân-ı ‘ızâm Aleyhimüsselâm Hazerâtını, yehûdîlerin yapdığı gibi, kıtâlen şehîd etmişlerdir. Lâkin Peygamberler Peygamberi Aleyhissalâtü vesselâm Hazretlerine ve onun Şerîat-ı Ahmediyye’sine gelince öylesine zorlanmışlardır ki, buna aslâ bir çâre de bulamamışlardır. İşte çıldırıb kudurmanın temelinde de, 15 asırdır bu yatıyor...

ILIMLI İSLÂM, İSLÂM’I BÖLMEK İÇÜNDÜR!

“Ilımlı İslâm!” herzeleri ile ortaya çıkan küffâr u füccâr, bu Mutlak Dîni ortadan kaldırmanın yolunu, yarım asra varan bir zamandan beri de, bir takım adamlar kiralayarak ve bunların ma’rifetiyle içden bozup tahrîf, tağyîr ve tebdîl etmek şeklinde tesbît etdiler... Kendi dillerince, reformize, modernize ve atomize etmek... Tabii gâvur aklı muhtel ve şapşal olduğu içün, bu yolla muvaffak olacakları zu’mu içinde bulunurlar!. Halbuki Kelâm-ı Kadîm kat’iyyen beyân buyurub haber veriyor ki, bu Dînin sâhibi ve muhâfızı, bizzât Allâh Azze ve Celle’dir; ve gâvur sürülerinin muvaffakıyyeti, imkânsız da değil, muhal, mümteni’ ve müstahildir... 
Arz etdiğimiz gibi, gâvur aklı muhtel ve şapşal olduğu içün de, adı geçen “ılımlı bilmem ne” hedefine varmakda T.C. hükûmeti ile “hoşfendi diasporasını” kullanarak ve “Hoşgörü ve dialog, medeniyyetler ittifakı, dinler bahçesi” yok “kültürler arası koklaşma” v.s. gibi birçok nâneler icâd ederek, bu işin yürütüleceği ham hayâlleri peşindedirler... Bakdılar ki “hoşgörü ve diyalag” nânesi ekşiyib bozulmaya ve içyüzü bütün uyuz uzuvlarıyla ortaya dökülmeye  başlıyor, hemen mimsiz “medeniyyetler ittifâkı” nânesi gibi nesneler burunlara dayatılıyor!.
Sadede gelecek olursak, küffâru füccâr, şimdi alevîliği de öne çıkararak, “ılımlı İslâm” fitne fücûruna yeni ortaklar ve malzemeler devşirme hesabları peşine düşmüşlerdir... İlk def’a bir T.C. Başvekîli bu kadar “bakanı” ve avenesi ile bir alevî muharrem orucuna cumhûr cemaat çıkarma yapıb, enişteliğe soyunmuş ve o ma’lûm öpme fiilini irtikâb eylemişdir!..

CUM. MÜCTEHİD VE ÂYETULLAHI HALTETDİN HARAMÂNÎ HEMEN SAHNEDE...
“Ilımlı İslâm fitnesinin hoşfendi diasporası müştemilâtından Sapanyolu tivisi” de, bu uğurda pek üstün gayretler sarfetmektedir!. 13 ocak yani 4 Muharrem 1429 Pazar günü, adı geçen “sapanyolu” kanalizasyonunda, Müctehidîn-i Cumhûriyyeden ve Reşid Rızâ intisablılarından ve telfîkiyyûn gürûh-ı lâ yüflihûnu müteşeyyihîn-i kirâmından pırasasör Haltetdin Haramânî Molla ile, Hüseyin Gümlerce nâm Hoşfendi müntesib-i meşhûresinden kimesneler, “Pazar sohbeti saati” denilen “Gümlerceli fitlerce”de, alevîlere yalamalık ve yalakalık uğruna nice tabasbus-ı kelbiyyenâmeler döktürdüler ki, evlere şenlik...
Gümlerce’nin “fitlerce” programında müctehidîn-i cumhûriyye’den Molla Haltetdin Haramânî Hazıretleri, şîa, oniki imam (kaddesallâhu sırrahum) ve  alevîlik hakkında hiç de muteber olmayan lâf u güzâf püskürtdükden sonra, Gümlerce sual etdi:
“-Bugünkü İran’daki sistem, İslâm bakımından ideal midir?”
Cum. müctehidi ve ayetullâhı Molla Haltetdin Haramânî kem küm ve suya sabuna dokunmaz yuvarlamalardan sonra gûyâ cevâb lutfetdi:
“- Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve Hasan’ın zamanındaki şekillere aykırı olmaması lazım!.”
Bunu der demez, Molla Haltetdin Haramânî büyük ve çok mühim bir meseleyi dile getirecekmiş gibi kıpırdandı, sun’i gülücük mimikleri bir ileri bir geri cemevi semâhı çekdikden sonra, şecaat ü semâhatla buyurdu:
“- Aykırılıklardan en başda geleni de şudur ki, saltanat.. Başkanlığın babadan oğula geçmesi.. Bunu da Muâviye oğlu’na bey’at alarak başlatdı!” v.s...
Tabii Cum. Müctehid ve Âyetullâhı Molla Haltetdin Haramânî, rüşvet-i kelâm etmezse Gümlerce’nin “fitlerce”si pek de feyizli olmayabilirdi!. Peygamberler Peygamberi Aleyhissalâtü Vesselâm’ın kâim-i birâderi ve vahiy kâtibi büyük sahabî  Hazret-i Muâviye Radıyallâhu anh, ta’n ü teşni’ ve levme müstahık bir kişi olarak gösterilmezse, cum. müctehid ve ayetullahlığına büyük leke düşürülmüş olacağı da, bu vesîle ile bir kere daha böylece dile getirilmiş oluyordu!. Ve Mollamız, güdücülerinin gözüne girme fırsatını da, iyi değerlendirme fırsatı yakalıyordu!..
Cum. Müctehid ve âyetullahı molla Haramânî, son senelerde, “hoşgörü ve dialog mezheb-i vatikânîsinin hoşfendi diasporası fetvâ emîni makam-ı muallâsında” bulunmakda olub, “diyalog âyeti!” gibi son keşfiyyâtıyla da, meşhûr bir zât-ı nâşerîf olduğunu isbatlamışdır... Bu keşfiyyât ve istidracların arkasından, kendilerine, başvekâletdeki mürîdânı tarafından “medeniyyetler ittifâkı âyeti!” v.s. gibi ictihad ve keşiflerin ısmarlandığı da ihtimâl dışı görülemez...
Bir adam “saltanat” diyerek ağzını bozdu mu, o adam “aslını inkâr eden” müsecceller gürûhuna kaydını yaptırdı demekdir... “Saltanat” diyerek sayıp sövmeğe başlayanlar, varsa, babaları ve dedeleri üzerinden:
1)                     Evvelâ: Osmanlı târîhini, yehûdî-haçlı şebekeleri gibi ve en az onlar hesâbına “inkârda” bulunmuş; ve ona göre bir neseb iktisâb etmiş olurlar!. Acaba 600 küsûr senelik Şerefli Osmanlı Târîhinde, gelmiş geçmiş binlerce büyük âlim, velî, şeyhülislam ve fakîh, babadan oğula geçen bir sistemin “İslâma aykırılığını!” görememiş ve bilememiş de, bunu, bu cum. yalaka ve yalamaları mı görmüş olmaktadır!?
2)                     Sâniyen: Anadolu Selçukluları ve Büyük Selçuklularda, ve sâir Müslüman Türk Saltanatlarında ve Abbâsî ve Emevîlerde hatta sahâbîler zamanında, adı geçen “aykırılığı!” neden hiç gören olmamış da, bu iş, cum. Müctehid ve Âyetullahına kalmış, daha doğrusu bırakılmış!?. Ve bu adam, İran şiileri ağzıyla yapdığı İslâm Târîhi düşmanlığı ile, hangi Şah İsmail’den “semen-i kalîl” peşindedir?.
3)                     Hılâfet, Ali Kerramallâhu Veche Hazretlerinden oğlu Hasan Radıyallahu anh Hazretlerine geçince, oniki imam silsilesi babadan oğula geçince, yine Riyâset-i Devlet Dâvûd Aleyhisselâm’dan oğlu Süleyman Aleyhisselâm’a ondan da oğlu Sin’am’a geçince de mi “İslâm’a aykırıdır” denilib ta’n u teşni’de bulunulub  levmedilecek!? Ve artık bayatlayan ve çürüyen “aslını inkâr modası”, daha kimlerin üzerinden Qıyâmet’e kadar yürütülüb gidecek!? Aslını inkâr edene (piç) deneceği cümlenin ma’lûmu olduğuna göre, dünyâ târîhinde “iyiki ben bir piçim!” diyen birisini, bu gürûh içinde hatırlayan var mıdır?!
4)                     Bir evvelki devlet reisinin sonrakini ta’yîn etmesini de levmeden cum. Müctehid ve Âyetullâhı molla Haltetdin Haramânî, acaba Birinci Halîfe-i Müslimînin, ikinciyi ta’yîn etdiği hakîkatını nasıl inkâr edib neseb mevzûuna bir izâh getirebilecekdir!?
5)                     “Aykırılık” fitneleri i’câd ederek, millet-i islâmiyyeyi târîhine ve geçmişine düşman etmek isteyen dış düşmanlara yol gösteren bu iç câsuslar, zikri geçen ta’yînin meşrûiyyetine “aykırılık” diyemiyeceklerine göre, ta’yîn edilen ehil oldukdan yani bu iş içün husûsan yetişdirilmiş ve ta’lîm, terbiye ve tahsilden sûret-i mahsûsada geçirilmiş iseler, günahları, sâdece ta’yîn edilmiş olmak mı olacak!?
6)                     Fransız ihtilâlini yapan küffâr u füccârın ağzıyla konuşan bu cum. müctehid ve âyetullahları, bugün bile dünyânın büyük bir kısmında o “aykırılığın” hâlâ devâm etdiğini görmezler mi!? Daha birkaç ay evvel, Vehhâbiyyûnun “deve çobanı” diye bir asırdır aşağılanan adamlarını, “Melik Hazretleri!” yalakalığı ile  başköşelere oturtub,  ortalarına da alarak etrafında cum. çömezi gibi dizilenler, cumhûriyyetin bir ve üç numaralı adamları değil miydi!?. Daha nice “aykırılar” önünde eğilip, kral ve kraliçelerin elini eteğini, uzatdıkları zaman topuklarını, bir asra yakın öpmediniz mi, veya bundan sonra da öpmeyecek misiniz!?
7)                     Dünyâdaki “cumhûriyyetlerin” yüzde doksan dokuzunu, neden kadîm kraliçe ve krallıklar bizzat kendileri kurduruyor da; bunlar, kendi memleketlerinde acaba neden cumhûriyyete geçmiyor; ve mollamızın “aykırılık” dediği nesneyi hassâsiyyetle muhâfaza ediyorlar!?
              Hulâsaten beyân ederiz ki, İslâm’dan korkan, ürken ve ondan son derece rahatsız olan müstemlekeciler dünyâsının ana hedefi, Kitab, Sünnet, İcmâ’-yı ümmet ve müctehid imamların ictihadlarını kaynak alan ve tasavvuf pirânımızın tarikat ve ahlâk usûlleri ile dimdik ayakda duran vahye müstenid İslam’ı ya’ni Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat İslâmı’nı ortadan kaldırmak; ve yerine, ta’rîfi, hududları, edillesi ve zarûrât-ı dîniyyesi olmayan, hiçbir disiplin ve ciddiyyeti bulunmayan uydurma bir din oturtmakdır... Şimdiki son teşebbüs ve şeytanlıklarından birisi de, bu iş içün son derece uygun gördükleri alevîliği, ön plâna “İslâm!” diye çıkarıb, dîn adına bunu ikâme etmek...
            Ne güzel!. Ne haremlik var ne selâmlık, ne tesettür var ne kaç göç! Semah adı altında erkek dişi, karışık cûş u hurûşa gel, her yerden aşk u mahabbet tütsün!. Sesli sazlı cümbüş zaten bol bulamaç!. Demlenmek soyundan nice haramlar mubah, nice farzlar yok olmuş!.
            Hele hükûmet-i cümhûriyye ile arası bulunub da, prof. İzzetdin Doğan gibi ateist ve layık dedelerin felsefesi ve hayâlleri, “İslâm’ın alevî yorumu!” olarak bir de piyasa yapdı mı, al sana “ılımlı”nın en a’lâ ve muallâsı!.
           Böyle ”bir dîni!”, kabuklu küffâr u füccâr ile onların 5. kolu olan “hoşgörü dialog mezheb-i vatikânîsi” ve “hoşfendi diyasporası!” dünyâyı arayıb tarasa, mümkini yok bulamazdı!
           Nasıl da akıllarına geldiyse!... Bu kadar parlak fikirler ancak cum.müctehid ve âyetullahı Haltetdin Haramânî gibi zevât-ı kirâmın teşehhiyyât u keşfiyyâtı olarak zuhûr edebilir!.. Müthiş bir teşehhiyyât ü keşfiyyât!..
           Daha çok suallerimiz var da, hele bunların bir cevâbını, varsa îmânları,  nâmusları ve “neseb” şecereleriyle bir “yanıtlasınlar!”; ondan sonra diğer suallere geçeceğiz...
 Lâkin, zerre kadar îmân, ihlâs, şeref, haysiyet, nâmus ve soy (Osmanlı kadar muhal de) kıymeti olanlara bu kadar yeter!...

2 Şubat 2008 Cumartesi

(3) KELÂM-I KADÎM’İ TAHRÎF, TAĞYÎR VE SANSÜR EDEREK, ALLÂH’IN DÎNİNİ ILIMLI KILMA (SULANDIRMA) DENÂETİ, LAÎN “YEHÛD- HAÇLI” VE “HOŞGÖRÜ-DİYALOGÇU” CİBİLLETSİZLİĞİDİR...



Yehûdîlere “mağdûbi”, nasârâya da “dallîn” kelimeleri ile işâret eden Fâtiha  sûresinin son âyetinden ve Bakara Sûresinin nihâyetindeki âyet-i kerîmeden küffâr ü füccâr misillü rahatsızlık duymak da, adı geçen âyetlerin ebedî tehdîdi altında bulunanlarla, aynı dalâlete rızâyı ve binnetice aynı encâm ve âkıbeti paylaşmayı yani muhalled fi’n-nâr olarak âyetlerin aynı muhâtabı olmayı  intâc edecekdir...
T.C. Maarif Vekîli denilen “mübâreği!” maarifin başına bütün vantuzlarıyla geçiren ve başvekîlinin bizzat i’tirâfıyla da “iktidâr olup muktedîr olamayan” AKP, bu nevzuhûr (hâşâ min huzûr), “Hoşgörü-dialog mezheb-i vatikânîsine” yataklık yapmanın faturasını, pek feci bir şekilde öderken, en küçük bir merhamete bile lâyık olamayacakdır... Zîrâ müslümanların en kıymetli ve en azîz varlığı ve kıymetler mecmuası, Kelâm-ı Kadîm’in ve Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm’ın getirdiği dîn ü şerîatdır ki, bunlarla la’netli yahûdî gibi oynamak, bedâheten sâbitdir ki, ekber-i küfr ü denâetdir... Binâenaleyh, dünyânın her mıntıka-yı memnûasındaki yehûdî-haçlı şebekesinin kadın-erkek nice meczub ve misyonerlerinin plânlı ve maksatlı şişirmeleriyle şöhret putu hâline getirilen “hoşfendi” ve onun “Hoşfendi  Diasporası” ile aşne-fişne olmak, körle yatip şaşı kalkma mukârenetinin işbirlikçiliğini en üst seviyede irtikâb etmekdir... Böylelikle AKP, “globalleşme, küreselleşme ve dünyâya açılma” gibi göz küllemelerle, karanlık bir yola sapmış; ve binnetîce, Allâh Azze ve Celle’nin Dînini sulandırıp bulandırma cür’etine kıyâm ederek, “gadab-ı ilâhîyi”  da’vet eder olmuşdur ki, bunun netîcelerini de yakında bütün dünyâ ayne’l-yakîn ibretle görecekdir...

DEM-BOKRASİ DEYİNCE, BUGÜN NE ANLAMALI!

Bizim bu satırları, herhangi bir “dem-bokrasi parti pırtısı” adına yazmamız da aslâ düşünülemez. Zîrâ, o dem-bokrasinin “vazgeçilmez unsurları” ya’ni lâzım-ı gayr-ı mufârıkı  olarak meydanlarda salma gezen ve olur olmaz her zaman ve mekânda, bir kerecik “Allâh’ın Dîni” deyemeyib bin kere “dem-bokrasi” zikriyle âlûde ve muhtel, vahyin nûru yerine dem-bokrasi parlamentarizminin karanlık ve (serhoş akıl  tanrıçasını) “çağdaşlık sanemi” olarak her metre kareye dikmek isteyen, bin yalan ile göz küllemeyi de, amelî mezheblerinin birinci umdeleri hâlinde tatbik eden mevcud partilerin hiçbirisiyle, en küçük alâka bağımızın olmadığı ve olamayacağı îmânı üzerindeyiz...
 Global yehûdiyyet, nasrâniyyet ve “hoşgörü-dialog” emperyalizması demek olan istîlâcı dünyâ terörizmi, lokomatif olarak da ABD buştlarının peşine kuyruklanıb, bu “dem-bokrasi” herzesini de yiyerek, âdemoğluna şirin görünecekleri hesâbıyla insanlığı aldatıb oynatmağa devâm etmektedir... Bazı safoş safların, bu noktalarda ne kadar  aldatılmaya müheyyâ (salak manzaraları) ile ortaya çıkdıklarını  da, pek sık görüb durmakdayız!...
 “Dem-bokrasi” denilen şirkin, bugün “Allâh” zikrinin önüne geçirildiği; ve bu şirke aykırılığın, parti pırtıların ve her tür muârız tarafların biribirini suçlamakda en baş ve en  mukaddes “şirk âmentüsü” hâline getirildiği de fehmedilirse, felâket ve fâcianın nisbeti, der’akab tesbît edilmiş bulunacakdır...
 “Dem-bokrasinin D’sini bile ağıza almanın...” neye bâdî olup hangi küfre müncer olacağını, Ali Haydar Efendi Hazretleri gibi bir Mürşid-i Kâmilden bizzat duyan muhterem zevât-ı kirâma, ki  bugün hayatdadırlar, bu îmânî mevzu’ları suâl etmekde nâmütenâhî fâideler vardır!. Hatta, medya borazanlarından Amwaye fitnelerine dahî fetvâ vermekde hevesli parti pırtızan mollacıklara kadar bazıları-tabii delil kabûl buyururlarsa!- “secdeli kâfirlere” değilse de, bu zevât-ı kirâma kemâl-i hayâ ve’l-edeb, vakit fevt etmeden âcilen suâl edebilmelidirler!!!.

DEM-BOKRASİ ZİKRİ, W BUŞLA AYNI ZİKRE DEVÂM DEMEK!

 Selefin çizgisini, hayât tarz ve nizâmını, ahlâk ve üslûbunu terkedib megalamoniye tutulanlar, dem-bokrasi seçimlerinden (intihâbâtından), iltihâbât yüzdelerini de, yüzleriyle ve astarlarıyla almamışa benzerler!.. Her 4-5 senede bir, dem-bokrasi kumarına bel bağlayanların yarım asırdır kâr hânelerine bakılacak olursa, havanda su dövmekden başka acaba ne bulunabilecekdir!?. Bir de, muhtelit salonlarda “şov ve etkinlik” yapmış olmak için, aslâ fiilî ve amelî bir aks-i sadâsı görülmeyen “Kur’an ziyâfeti!” dedikleri şeyleri, mücerred sesli mûsikîye inhisâr ve tenzîl etdirerek, hânende dolaştırır gibi de, meşhûr etdikleri hâfızları dolaştırmak... Hele zavallı “müştehât” kızcağızların cıyak cıyak kanalizasyonlarda bağırtılmaları, pek hayâsız kaçıyor...
Allâh Azze ve Celle’nin irâdesi demek olan Şerîat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’yi, yaz boz tahtasına çevirib, dem-bokrasi’li makamlar ve dünyâlıklar uğruna bozuk para gibi harcamak isteyenler, hangi klik, şîa, fırka ve parti-pırtı içinde bulunurlarsa bulunsunlar, en az, vatikancı “hoşgörü-dialog hoşfendi diyasporasıyla” aynı yoldan ABD terörizmine çıkarlar!. Her mes’eleye parti-pırtı at gözlüğü ile bakma hastalığına yakalanıb şartlanmış parti-pırtızanlar, istemeseler de, görmeseler de, farketmeseler de...
Parti-pırtılarına rey vermeyenleri “yahudi askeri” i’lân etmekden bile zerre kadar hayâ ve îmân sancısı duyamayan dembokrasi mü’minîni, Buştlar şebekesine zâhirde ne kadar verip veriştirseler de, işte vâkıa budur; ve mızrak ne kadar çuvala sığarsa, bunu da o kadar saklamaya muvaffak olacaklardır!..
Hangi parti-pırtı olursa olsun, değil mi ki “dem-bokrasi” zikri peşindedir, o, “dem-bokrasi” yemiyle insanlığı zehirleyen; ve Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Sudan, Filistin, Somali ve Irak gibi nice İslâm coğrafyasını “dem-bokrasya” bombardımanıyla hâk ile yeksân etmek isteyen; (yahudi-haçlı-globalci-hoşgörü ve dialogçu) şebekelerin sergerdesi ABD buştlarının kuyruğundadır; ve onlara rızâlarına binâen de, onlar gibi  ( buşist birer terörist)dir vesselâm!...
“-Bunlar demokrat değil, bunlar (demokratör!)”
Diyerek, yeni ta’birler uyduranlar; ve muârızlarının “dembokrasiyi terk günâhı” işleyerek ne büyük irtidâda düşdüklerini (!) ve asıl dembokratların kendileri olduğunu ısrarla ta’mîme çalışanlar da, şecaât arzederken sirkatlerini söyleyenler sınıfına giren zavallılar olarak belleneceklerdir... Afganistan ve Irak gibi nice memleketin tepesine “demokrasi” diyerek çullanan kâtiller, Avrupa ve Amerika devletleri iken, yani dembokrasiyi kâmil ma’nâda (!) icâd, ihyâ ve ipkâ eden bunlar iken, hem, bu adamların demokrasilerinin, eşkıyâlığın ve kâtilliğin bir vâsıtası olduğunu göreceksin, kaynana zırıltısı gibi vırvır bunu tekrarlayacaksın; hem de, bu mahlûkların îcâdı olan aynı belânın, “en iyisi, hakîkîsi, bozulmamışı, bikri izâle edilmemişi bendedir!” diye horozlanıb duracaksın!!! Dembokrasi, mûcidlerinin  ve kuyruklarının elinde olunca onları “demokratör!” yapacak, ama senin elinde olduğu zaman “demokrasi” kalacak ve insanlık seâdet-i dâreyni boylayacak!..
Aman ne seâdet!
Yâhu haçlı keferesinin “hristiyan dembokratlar markasını”  taklid ederek “müslüman dembokratlar” mukallidi arkadaşım! O ne menem bir keyfiyetdir ki, adına ve uğruna kanlar akıtılır, soygun ve vurgunlar yapılır, ocaklar söndürülür, kadın ve kızların, kocaları ve babaları önünde ırzına geçilir, hânümânlar yıkılır, çoluk çocuk ana-babasının gözleri önünde katledilib kurşuna dizilir, ortalık bombalarla vîrâneye çevrilir, adamlar kaçırılıb guantanamolarda binbir işkencelerden geçirilir, insanlığın ruhiyyâtı ve asabiyyâtı gerildikçe gerilir ve bulandırılır, sonra da bu karabelâ, ankâ kuşu olup çıkar; ve “müslümanım” diyenlerin siyâsiyyât bağçesinde, üstelik bülbül şakıması olarak kulaklara gece gündüz pompalanır durur...
Aman ne seâdet!
Arkadaşım! Bu asrın ankâkuşu, bu belâdır... “Globalci ve hoşgörü diyalogçu şeytanların” hangisi, o zikrinden geçilmeyen “dembokrasinin”, o âşık olunacak izine, ismine ve resmine ve hele cism ü cânına, dünyânın neresinde rastlamışdır!?.
Vahyin zikrini bırak, “dembokrasiye” tak!
Ne o, her köşebaşına sıvanan siyâset, afvan, poli-tik (moda!) o!.. Göbeğini ve bilmem neyini açmak (moda) olunca oranı buranı aç, çarşaf (moda) olunca çarşafa bürün...
Aman ne seâdet...

REJİM BİÇEN MODA EVLERİ DE, YEHÛDÎ-HAÇLI TEZGÂHIDIR!

Bir zamanlar “cumhûriyyet” moda idi, şimdilerde ise, “sezon ucuzluğu!” yaparak, esnaflar elden çıkarmanın telâşını yaşıyor! Tabii dedelerimizin don modası, daha evvel “meşrûtiyyet” nâmında bir ankâkuşu imiş!. 1908’in 23 temmuz’unu, 27 mayıs gibi bu moda için bayram bile yapmışlar. Nice memleket evlâtları:
 “-Bu don modasına göre biçilib dikilen nesne, bana bol gelir, durmaz düşer, mıntıka-yı memnûam meydana çıkar!”
 Dedi diye, iplere çekilib sallandırılıvermiş... Bartın Müftüsü Merhûm Muhammed Rif’at Efedi Hazretleri’ni de, İttihad-Terakkî’ci (İT’ci) bir talebesinin “Müftü de İT’çi değil!” ihbârı üzerine, bir kalemde “idâmlıklar” listesine alıvermişler... Ve o târihlerde binlerce idâm sehpâlarında, sallanan sallanana... İnsan canının, bininin bir para etdiği devirler... Ne içün mü?. “Meşrûtiyyet” nâm Ankâ kuşunun “hürriyet, adâlet ve uhuvvet!”den ibâret üç esrarlı tavusvârî kıçüstü kuyruk renkleri içün!.
 Sonraları Ankâ kuşumuz, karşımıza “cumhûriyyet” nâmıyla çıkarıldı; ve gene sehpâlar... Canın bini bir para... Hatta hızını alamayan öyle vahşîler ortalıkda uludular ki, Kemahlı Hoca Merhûmu, vefâtından sonra yağlı urgana mahkûm edib, mezârından çıkardılar ve darağacında sallandırdılar... Yanlış okumadınız, merhûm vefât ediyor, sonra hakkında verilen idâm cezâsının infâzı içün mezârından çıkarılıb boynuna urgan geçiriliyor ve darağacına çekiliyor!. Ne adâlet! Hem de mülkün temeli olarak!..
 Ankâ kuşumuz, 1950’den beri 4-5 darbeden geçirilse de, yarım asırdır, dökülen bazı kuyruk tüylerini yeniden tavuslaştırmış ve künyesini de “dembokrasi” olarak kazıyıvermişdir!...
 Ufukda görünen Ankâ kuşu olarak ise şimdi, bazı hayâlperestler, “yehûdî-haçlı globalizmi ötüşlü bir hoşgörü-diyalog” mahlûkunu,  millete,  uyuşturucu olarak zerketmenin şeytanlığı peşindedirler... Asıl hedefleri ise, “ılımlı İslâm” denilen  İslâm dışı bir İslâm... Yehûdî-haçlı globalizmine itaatkâr, hatta hizmetkâr, sun’î ve uydurma bir dîn... İşte bu  “hoşgörü ve diyalog” denilen nesne, bu uydurma dînin teşkîlinde vâsıta ittihâz edilen, vatikânî bir mezheb usûlüdür...

BEY’ U ŞİRÂ’, ZAPETERO İLE TAYYİB-İ MUHTEREM ARASINDA...
“Ilımlı İslâm’ın” teşkîlinde T.C. hükûmetini ise, “medeniyyetler ittifâkı!” nakarâtıyla dolaştırıb kullanıyorlar. ”Zapetero” mu “Sıpadıro” mu nedir,  acaba neden onunla “Tayyib” ikilisi seçildi?. Zapetero, son müslümana kadar kesen bir milletin bugün yaşayan başvekîli, Tayyib-i muhterem ise, son ferdine kadar İslâmiyyet’i yasaklanan bir milletin berhayât olan vezîr-i a’zam benzeri, yani o da bu  tarafın başvekili!.. Yahûdî-haçlı globalizmi, bu iki el ile, bir devir-teslim tanzîm etmişdir ki, o da, Allâh Azze ve Celle’nin Dînini verib, mukâbilinde “ılımlı nesnenin” alınışı gibi bir alım satım (bey’ u şirâ’) akdidir... Safoşlar da zannediyor ki, biz seçdik, %47’yi buldurub tek başına iktidâr eyledik, öyle ise Tayyib-i muhterem de, bizim adımıza İspanya’ya sefer kılub, kadîm memâlik-i islâmiyyeyi fethede!.
 Globalizm, reyleri kanalize etme süper atraksiyonunu, onunla yürütemeyecek olsaydı, ne diye Irak çöllerine varıncaya kadar “dembokrası!” diye yırtınıb dursundu!? Acaba Buşt dünyâsı, kâtil atalarının  hayrı içün mü “dağa taşa, çöle çamura” binbir çileyi göze alarak “dembokrasi!” taşıyor!?.
Global şeytanlar, “Dinler İttifâkı!” dedirtib, bu perde altında İslâmiyyet’i de, Endülüsü benzetdikleri gibi benzetecekler ama, safoş gerzeklerin “Bu da fazla çorbacı!” demelerinden çekiniyorlar... Fazla acıtmadan, birden değil de kademe kademe zerkederek... “Dinlerin ittifâkı!” herzesi açıkdan yense, “şeytanlık” hemen sırıtır olub çıkar ve plânlar suya düşer!. Ayrıca bütün beşeriyyet bilir ki, Hakk ile bâtıl, ak ile kara, ne zaman “ittifak” etmişdir!?. “İctimâ-ı zıddeyn” ne zamandan beri mümkin olur hâle gelmiş de, cihânın haberi olmamışdır!?.
Medeniyyetleri dinler doğurur; medeniyyeti din inşâ’ eder. Medeniyyetlerin sebeb-i vücûdu olan dinler ittifâk edemeyecekse; dinlerin inşâ’ etdiği medeniyyetler de bedâheten hiç “ittifâk” edemezler... Dünyâ şeytanları, insanlığın “mantık nâmûsunu” da izâle etmenin peşine düşmüşlerdir...
Hem, intihâr kaçkını Gökalp ırkçısından değilse bile, Efgânîci ve Abduhçu Âkif Bey’in şiirlerinden işine geleni okumakda pek de mâhir görünen Tayyib-i muhterem, Zapetero yârenine de:
“-Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”
Gibi bir mısrâ’cık fısıldayıverseydi, Sıpadıro birâderinin Qıyâmeti mi kopardı!?. T.C. Başvekîli Beyimiz, Âkif Bey’in kemiklerini “canavarlara!” arzetmekle kalmıyor; “garib gurebâ, fakir fukarâ” dediği milleti de, en az on asırlık târîhi ile canavarların ağzına sokub ziyâfet çekme peşinde görünüyor... Ve yehûdî-haçlı globalizmi, 15 asırdır, bu günlerin rüyâsını görüp her seferinde karabasanla zıplayıp yatağından fırlarken, şimdi küffâr u füccâr olarak bu in’âm ü ihsânlar karşısında  mutlaka gözlerine inanamıyordur... Ele bayram, bize mâtem diye mutlaka buna dense gerek...

TEK HEDEF, ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN DÎNİNİ YOK ETMEK...
 “Ilımlı İslâm” denilen bu uyduruk dîn, Allâh Azze ve Celle’nin Dîni olan Dîn-i Celîl-i İslâm’dan nâmütenâhî derecede farklı bir keyfiyete sâhibdir. Birincisi şeytânî aklın mahsûlü iken, ikincisi, doğrudan doğruya vahye müstenid ve 15 asırdır yalınız bütün zarûrat-ı dîniyyesi ile değil, haber-i vâhîd ve ictihadları ile de bir kuyumcu hassasiyyetine muhâtab elmas gibi işlenmiş ve muhâfaza edilmişdir... Bunun içün de, 15 asırdır yehûdî-haçlı şebekelerinin dünyâ hâkimiyyetine gidişde bir türlü bertaraf edemediği, aslâ aşılmaz bir mânia teşkîl etmişdir. Bilhassa, bu Allâh Dîninin, bey’at, üli’l-emr, hükûmet ve cihad gibi zarûrât-ı diniyyeden olan ana temellere sâhib oluşu, müslümanlığın aslâ yok edilemeyişine ve binnetîce, şeytânî cebhenin de dünyâya hâkim olamayışına en büyük sâik bulunmuşdur...
Binâenaleyh, yehûdî-haçlı globalizmi, bu Hakk Dîn olan mutlak hakîkatin yani Müslümanlığın ortadan kaldırılışını, onun da tahrîf, tağyîr ve tebdîlinde görerek;  Allâh’ın Dînini sulandırıb bulandırmak yani “ılımlılaştırmak” yoluna girmişdir. Bunun kuvveden fiile çıkarılması içün de, “hoşgörü ve diyalog” nâmındaki bir şeytanlığı peydahlayıb, bâlâda zikri muharrer ser-zevât ve gürûh-ı lâ yüflihûn, bu işin ameleliğine muvazzaf kılınmışlardır...
Aksi halde, bey’at, ülü’l-emr, hükûmet ve cihâd gibi temel esasları ile yaşayan bir dîn, globalizm denen yehûdî-haçlı müstemlekeciliğine târih boyunca nasıl geçit vermemişse, bundan sonra da yine aslâ geçit vermiyecekdir...

                               TERÖR MEFHÛMU SAPTIRILIYOR
İşte bunun içündür ki, yehûdî-haçlı globalizmi doğrudan doğruya, “hoşgörü-diyalog mezheb-i vatikânîsi” ise, bilvâsıta, bey’at, üli’l-emr, hükûmet ve cihâd gibi 4 ana mefhum başda olmak üzere nice islâmî ıstılahlarla hem lâfzî ve hem de tatbikî plânda boğuşmaya başlamışdır... Bilhassa, zikri muharrer bu 4 ana ve temel esası, gerçek İslâmiyyet’in 15 asırdır devâm eden zarûrât-ı diniyyesinden olarak kabul, tasdîk ve tahsîn eden müslümanlar, dünyânın neresinde olurlarsa olsunlar “terörist” olarak damgalanmak üzere, bu şebekeler tarafından birinci tehdîd ve hedef i’lân edilerek düşman seçilmişlerdir...
Bu cümleden olarak, işgalci ve müstevlî yehûdî-haçlı sürüleri ve onların paralı uşşak ve casusları, kendilerini, “demokrat, hoşgörücü, dialogcu ve daha bilmem neci” olarak dünyâya yutdururken; işgal ve istîlâya uğrayan İslâm coğrafyasının “Dîn ü Devlet ve vatan ü millet” müdâfaası içün silâha sarılan direnişçiler (vatanlarını muhâfazaya çalışanlar) da, “terörist” yaftası ile insanlık vicdânında mahkûm edilmek iblisliğine ma’rûz bırakılmışlardır...
 T.C. Başvekîli Tayyib-i Muhteremin, 7 ocakda grubunda yapdığı konuşma, maatteessüf yukarıda arzetdiğimiz hakîkatları aslâ dile getirememiş, (terör) ve (terörist) gibi mefhumları sâdece T.C. hududları içindeki şekliyle ele alarak, dünyâ çapındaki asıl ve korkunç terörizmi izah etmekden, ziyâde korkmuşdur. Gerçi bu hitâbelerinde “korkunun ecele fâidesinin olamayacağı!” noktasında da durmuş; ve muhatablarını tehdid ederek gûyâ sıkıştırmayı tecrübe etmek istemişse de, dünyâ terörizminin bir bütün olduğunu da, kimlerden nasıl korkmaksa, aslâ dile getirememişdir!. Bu dünyâ terörizmi topyekûn ele alınmaz, mazlumlarla zâlimler kat’î hatları ile ortaya konulamazsa, terörizm hakkında kim ne derse desin, o adam samimi bir terör aleyhdârı olduğuna kimseyi inandıramayacak; ve o, mazlumlardan yana olmamanın cezâsını,  zâlimlerin ökçeleri altında kalmaya mutlaka mahkûm olarak tadacakdır... Zîrâ Sünnetullâh böyledir...
Bugün, dünyâ çapında katliâm yapan yehûdî-haçlı terörizmini görmeze gelib külleyerek, mahallî ve mevziî terörlerle uğraşıyor görünmek, milleti kandırıb aldatmakdan başka bir iş değildir; ve böyle bir keyfiyet samimiyyetsizliğin isbâtı olacağı cihetle, mahalli terör de bundan, daha çok azıp kudurma imkânı bulacakdır!.
 Terörizmle mücâdelenin birinci şartı sa mi miy yet dir... Bu samimiyyeti isbât edecek olan şaşmaz mîzân da, dünyâdaki topyekûn terörü görüb, onun tamâmını lâ’netlemekle ortaya çıkarılandır... DTP’li muârızlarına “PKK teröristdir!” dedirtemeyen akıldânelerimiz, acaba:
 “-Vatikânî Kardinal ve Buşt sürüleri ve onların kuyruğundaki diyalog keneleri, bunca katliâmın mücrimleri olarak dünyâ çapında en büyük teröristlerdir!”
 Diyebiliyorlar mı!?..Aksi halde, “terörle mücâdele!” lâf u güzâfları, grup ictimâ’larında şakşak toplamakdan başka hiçbir neticeyi ortaya koyamaz... Hele “hoşfendi diyaspora cenâhının” Amerikan buştları ağzıyla teröre tel’in yağdırmaları, yehûdî-haçlı yârenleri yanında yer alıb, kardinal külahlı şovlar yapmanın tâ kendisi kabûl edilir; ve ciğerlerindekine kadar bütün damar sistemleriyle meydanda teşhîr edilmeye yarar...          (maba’di var)